İçinde yaşadığımız kainat, yekpare olarak alametler bütünü olduğu gibi tek tek bunun katmanları, tabakaları, türleri, fertleri de kendi bütünlüğü içinde yine alametler dizisi olarak anlaşılıyor, anlaşılması gerekiyor. Somutlaştırırsak galaksiler âlemi, kendi galaksimizin oluşturduğu Samanyolu âlemi, güneş sistemi âlemi, bu sistem içinde dünya âlemi… diye yüzeysel bir gruplandırma yapabiliyoruz.
Alemler, bir başka açıdan Ruhlar Alemi, Şehadet Alemi, Berzah Alemi ve Ahiret Alemleri şeklinde de sınıflandırılabilir. Daha başka açıdan fiziki ve astronomik alemlerden bahsedilebilir.
Dünyamızı tek başına bir âlem olarak ele aldığımızda “cemâdât âlemi”, bitkiler âlemi, hayvanlar âlemi diye ana tasniflere gidebiliyoruz. Cemâdât âleminden dağlar, taşlar, denizler birer âlem mesabesinde zikrolunuyor.
Bitkiler âlemi ağaçlar, sebzeler, meyveler… âlemi diye adlandırılabiliyor. Meyvelerden her biri mesela kiraz veya üzüm birer âlem olma özelliği taşıyor, diye anlıyoruz.
Hayvanlar ayrı bir âlem kategorisi teşkil ediyor. Bu kategoride mesela balıklar, kuşlar, böcekler yine ayrı ayrı âlemler olarak anılmayı hak ediyor. Kuşlarla alakalı olarak güvercinler, martılar, kanaryalar ayrı birer âlem niteliği taşıyor. Buradan söz gelimi martıları bir âlem olarak ele aldığımızda, her bir martı yine organlarıyla, özellikleriyle müstakil bir âlem demek oluyor.
Listeyi uzatmak gerekmiyor. Kainatımız o kadar büyük bir âlem ki bünyesinde iç içe binlerce, yüz binlerce, milyonlarca âlemi ihtiva ediyor. Bütün bunların dışında bir de manevi alemler var, ayrı bir konu olarak.
Alem veya alemler deyince burada temel soru şu. Biz bu âlemlerdeki alametleri, işaretleri, nişanları yeterince görüyor muyuz, okuyor muyuz, inceliyor muyuz? Mevcudatta her bir varlığın kendi içinde bir bütün olarak Allah’ı gösterdiğini, O’na şahitlik ettiğini farkedebiliyor muyuz?
Aslında Fatiha sûresi ilk ayetiyle tam da bunu hatırlatıyor: “Yaşadığınız ve aslında bir parçası olduğunuz bu âlemlerdeki işaretlere dikkat kesilin; fiileri görün, fiilerden faile geçin, failin özelliklerini yani esmasını fark edin, esmadan bu isimlerin sahibi olan müsemmaya yani Yaratıcıya intikal edin ve O’na gerçek anlamda hamdde bulunun!”