Devlet dediğimiz şey, tek bir kişinin varlığından ibaret değildir.
Sen, ben, o, biz, siz, onlar, o kavim, bu ırk, şu topluluk, falan cemaat, filan görüşün destekçileri devleti oluşturan mikroorganizmalardır. Aslında devlet ile insan arasında ne kadar çok benzerlikler var. Bir insan bedeninin adı, cisimleşmiş hali ne olursa olsun, onu nasıl gözle görülmeyecek hücreler oluşturuyorsa, devleti de ferden ferda fertler oluşturur. Her devlet bir beden gibi. Kapladığı bir alan, bir ismi ve onu oluşturan yapılar var.
Nasıl biz bedenimizin bakımına önem veriyorsak, organlarımız sağlıklı çalışmadığında doktora hastaneye koşuyorsak, vücudumuzun işleyişine hangi besinler iyi geliyorsa onları tüketmeye gayret ediyorsak, devlet de her bir ferdine aynı ihtimamı göstermelidir. Bu onun için lüks değil. Ya da yapmak zorunda olmadığı halde, bize lütuf olarak yaptığı bir şey değil. Ülkesindeki insanının, adalet, hukuk, eşit haklar, eşit gelir dağılımı, iş imkanı, ekonomik refah vs ihtiyacını karşılamak zorunda. İnsan nasıl bekasını düşünüyorsa, devlet de bekasını düşünür. İnsan nasıl bu düşünceyle kendini idare ve idame etmeye çalışıyorsa, devlet de kendi bekası için üzerinde yaşayan insanlarına iyi davranmalı, koruyup kollamalı, gözetmelidir. Gelir seviyesi, konumu, yaşı, cinsi ne olursa olsun, devlet hiçbir insanını gözden çıkaramaz, bunlar olmasa da olur diyemez.
Şeyh Edebali’nin bir sözü var:
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”
Hâl böyleyken, son zamanlarda türeyen bir insan güruhu var. Yapılan zamları, gittikçe artan hayat pahalılığını, durdurulan üretimi, artan ithalatı, tırmanan enflasyonu, düşen alım gücünü, özellikle son 22 yılda geldiğimiz sonuçlara baktığımızda, yapılan her şeyi bir sebebe bağlama, mantıklı izahlar bulma, mutlaka bir hikmetle yapmıştır zihniyetinde bir bakış var. Neden diye düşünüyorum. Niye insan, zararı zarar olarak kabul etmez? Devletten veya hükümetten gördüğü bunca zarardan, neden rahatsız olmaz?
Bu durumu insan bedenine uyarlarsak, sağlığınızın bozulduğunu, organlarınızın yavaş yavaş çürüdüğünü düşünün. Normalde bu durumda beden sinyal verir, ağrı sızı yapar ve biz doktora gitmemiz gerektiğini bilir, hastaneye gideriz öyle değil mi? Düşünün, karaciğeriniz, böbrekleriniz, kalbiniz, bağırsaklarınız, omurlarınız, kemikleriniz hepsinde sorun var ama ağrı beyne ulaşmıyor, sinirler iletmiyor ve organlar çalışmazken, beyin gayet sağlıklıymış gibi yaşamını sürdürmeye devam ediyor. Bu durumdaki bir insan bedeni, ne kadar yaşayabilir? Devlette de böyle bir durum var işte şu anda. Devleti kutsayan zihniyet sahipleri sebebiyle, ağrılar ve acıların varlığı kabullenilmiyor. Çok hasta olduğu halde, benim bir şeyim yok diyen huysuz ihtiyarların, etraflarına yaşattığı duyguları yaşıyoruz.
İşin ilginci, bir insandan zarar gördüğünde, en ufak bir menfaat kaybına uğradığında ben zarar gördüm tuh ona deyip hayatından çıkaran insanlar, konu devlet olunca, kutsama cihetine gidiyor. ‘Devlette her şey yolunda, tıkır tıkır işliyor, çok iyiyiz, mükemmeliz, hatta Avrupa bizi kıskanıyor...’ Bu o kadar vahim bir sosyolojik vaka ki.. Bunun bir tür övünme hastalığı olduğunu düşünüyorum. Övünülecek bir şey bulamayınca, hayal dünyasında ürettikleriyle övünmek... Hakikaten çok ilginç..!