C- HZ. ADEM’E VE HZ. HAVVA’YA AĞACIN YASAKLANMASI VE YASAK AĞACIN MAHİYETİ
Hz. Âdem ve Hz. Havva cennette yaşamaya başlarlar. Cenâb-ı Hak onlara cennetin her türlü nimetinden istifade edebileceklerini emir buyurur. Ancak bir ağaca yaklaşmalarını yasaklar. Kur’ân’da bu husus şöyle bildirilir:
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz. (Araf, 19)”
Evet, cennet çok güzel ve ferah bir yerdir. Her türlü meyve ve lezzet oradadır. Fakat yine orada bir ağaç ve onun bir meyvesi vardır. Allah o ağaca yaklaşmayı her ikisine de yasaklamıştır. Bakara, Taha ve A’raf sûrelerinde geçtiği itibari ile Allah o ağaca “yaklaşmayı” yasaklamıştır. Ancak Taha Sûresindeki habere göre yasak işleminin çiğnenmesi ve hata vuku bulması o ağaçtaki meyveyi yemek sureti ile gerçekleştiği anlaşılıyor. Bu noktada ise lâtif bir mana kendini gösteriyor. Şöyle ki: Yasaklanan bir ağaç vardır ve bu ağacın da karşı konulmaz derecede bir meyvesi vardır. Hz. Adem ve Havva bu ağaca yaklaştıkları takdirde o meyvedeki cezbe onların iradesini yemek yolunda sarf etmelerine sebep olacaktır. Zira meyve çok etkili bir çekim özelliğine sahip, çok kıymetli bir meyvedir.
Meyve insan ve insan nesli için o kadar değerli ve kıymetlidir ki, Allah’ın yasak emrinde de bu açıkça görülür. Zira Cenâb-ı Hak daha işin başında ağacı ve meyveyi yasaklamak yolu ile Hz. Adem ve Havva’nın meyveye karşı istek, arzu, merak duygularını tahrik etmiştir. İnsan psikolojisine göre yasaklanan bir hususa dikkat, merak ve ilgi artar.
İşte orada bir ağaç ve ağaç üstünde çok garip bir meyve vardır. Cennetin her türlü nimetlerinden istifade ederlerken niçin bu meyve yasaklanmıştır? Bunu yasaklamaktan amaç ve hedef nedir? Üstelik meyvede hem Havva, hem de Adem’in his ve duygularını kendine çeken çok ilginç bir cezbe ve çekim hali vardır. Hem yasak, hem şiddetli bir cezbe nasıl bir haldir? İşte böyle bir duygu etkileşimi içinde yasak meyve ile cennetin bu iki mühim insanı arasında gizli ve kopmaz bir bağ oluşur. Bundan sonra İblis devreye girer ve malûm sonuca doğru bir seyir gelişir.
Peki bu ağaç ve meyvesi nedir?
Bu hususta çok değişik izah ve yorumlar var. Elma diyenler, buğday diyenler olmuş. Başka bitki ve ağaçlara benzetenler de var. Ancak bu ağaç ve meyvesinin günümüz verilerine göre tekrar bir izaha tabi tutulması zarureti kendini gösteriyor. Çünkü bu konu tam olarak açıklığa kavuşmamış. Bu noktada Risale-i Nur ve günümüzdeki ilim ve fen noktasındaki gelişmeler ışığında farklı bazı yorumlar yapılabilir.
Öncelikle “şecere”, yani ağaç konusunu ele alalım. Şecere Arapçada ağaç manasına geliyor. Ancak bu kelime sadece ağaç şeklinde tanımlanmamış. “Bir kişinin ya da bir ailenin en uzak atasından başlayarak bütün bireyleri gösteren çizelge, soy ağacı. Hayat ağacı. Bir neslin soyunun yazılı olduğu çizelge” şeklinde de tanımlar yapılabiliyor. Risale-i Nur’da ise şecere doğrudan yaratılış ile ilişkilendirilmiş. Hz. Üstad bir çok yerde bu tabiri kâinatın, insanın, mahlûkatın yaratılışı manasında kullanmış.
Bu konuda bir çok ifade var, üç adedini nazarlara sunuyoruz.
Birincisi:
“İşte şu kâinata nazar-ı hikmetle bakıldığı vakit, azîm bir şecere mânâsında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır; şu şecere-i hilkatin de bir şıkkı olan âlem-i süflînin, anâsır dalları, nebâtât ve eşcar yaprakları, hayvanât çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür. Sâni-i Zülcelâlin ağaçlar hakkında cârî olan bir kanunu, elbette şu şecere-i âzamda da câri olmak, muktezâ-i ism-i Hakîmdir. (Sözler, s. 531)”
İkincisi:
“İşte, Sâni-i Mevcudât, bütün mevcudâtta intişâr eden tecellî-i muhabbetin bütün envaını bir noktada, bir aynada görmek ve bütün enva-ı cemâlini Ehadiyet sırrıyla göstermek için, şecere-i hilkatten bir meyve-i münevver derecesinde ve kalbi o şecerenin hakàik-ı esâsiyesini istiâb edecek bir çekirdek hükmünde olan bir zâtı... (Sözler, s. 526)”
Üçüncüsü:
“Şecere-i hilkatin meyvesi olan insana ve kendi ağacının programını ve fihristesini taşıyan meyveye işarettir. Zîrâ kalem-i kudret âlemin kitâb-ı kebîrinde ne yazmış ise, icmâlini mahiyet-i insaniyede yazmıştır; kalem-i kader dağ gibi bir ağaçta ne yazmış ise, tırnak gibi meyvesinde dahi derc etmiştir. (Sözler, s. 256)”
Bu ifadelere göre şecere bir yaratılış ağacıdır. Ve bu ağacın da bütün genetik şifrelerinin yazıldığı bir meyvesi ve meyvesinin de bir öz ve çekirdeği var. Bu günkü bilim verilerine göre bir ağacın bütün program ve özelliklerinin meyvesinde ve meyvesinin çekirdeğinde yazılmış olduğu görülür. Genetik bilimi ve DNA keşifleri bunu bize çok açık ve net bir şekilde bildiriyor. İşte cennetteki o yaratılış ağacının da bütün genetik şifrelerinin meyvesinde yazılı olduğu aklen ve hikmeten sabit olur.
Peki cennetteki yasaklanan ağaç nedir?
Yukarıdaki ifadeler ışığında o ağacın bir yaratılış ve soy kütüğü ağacı olduğunu ifade etmek akla ve hikmete çok aykırı bir ifade tarzı olmaz. Evet, o ağaç bir yönü ile insanlığın yaratılış ağacıdır. Belki de insanlığın soy kütüğüdür. İnsanlığın bütün şifre ve özelliklerini ihtiva eden bir ağaçtır. Meyvesi ise bütün insanların genetik şifrelerinin yazılıp kodlandığı harika bir meyvedir. İnsanlığı ebede kadar ilgilendiren bütün hususların kaydedildiği, kâinatın tamamını ilgilendiren diğer meyvelere benzemeyen nurânî bir meyvedir. İşte bu sebeple Hz. Adem ve Havva için karşı konulmaz bir cezbeye sahipti bu meyve. Bu cezbenin özü de hiç kuşkusuz Resul-i Ekrem’in (asm) genetik şifresindeki nuraniyet cezbesidir. Meyve yendikten sonra yaşanan haller bu manaları güçlendiren hallerdir.
Zira meyvenin yenmesinin ardından cismî, bedenî ve fizikî haller değişmeye başlamıştır. Bu konudaki bazı haberlerde meyvenin yarısını Hz. Havva, yarısını da Hz. Adem’in yediği ifade edilmekte. Belki de bu meyve bir dala bağlanmış çatallı bir meyve idi, Hz. Havva kendi payını, Hz. Adem de kendi payını yedi. Kur’ân’ın bildirdiğine göre ikisinin aynı anda meyveyi yemesi böyle bir durumu açıklıyor olabilir. Zira Taha Sûresinde, “Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler” âyeti meyvenin aynı anda yendiğine işaret ediyor olabilir.
Hz. Adem ve Hz. Havva bütün insanlığın genetik şifresinin kodlarını taşıyan bu meyveden kendi paylarına düşen kısımlarını yedikten sonra vücutlarında bir şeyler değişmeye başladı.
Şöyle ki:
1- Yasak meyve diye ifade edilen genetik şifre her birinin vücuduna girince fizikî süreç başladı. İlk kuantlaşma, yani dünya hayatına uygun bir maddeleşme süreci başladı. Vücut yapılarında değişiklik sebebi ile cennet hayatı arasında ilk farklılaşma da böylece başlamış oldu. Zira cennet elbiselerinin vücut üzerinden kalkması buna işaret eder. Çünkü Hz. Adem ve Havva için beş ve üstü boyutlu bir hayat tarzından zaman-mekân boyutuna, yani dört boyutlu dünya hayatına doğru bir değişme başlamıştır.
2- Yasak meyve içindeki genetik kodlar Hz. Adem ve Havva’da maddî bir süreci başlatmış bir reaksiyonlar zinciridir sanki. Bundan sonra maddî vücut yapısı teşekkül etmeye başlamış. İç organlar, kalp ve solunum ve dolaşım sistemi yaratılmış ve süreç sindirim ve üreme sistemi ile tamamlanmıştır. Bunu da dış ortamda ilk gözüken organların üreme organları olmasından anlıyoruz. Zira Kur’ân’ın tabiri ile, meyve yendikten sonra “ayıp yerleri” (üreme organları) ortaya çıkmıştır.
3- Yasak meyve tabir edilen genetik şifrelerin vücuda alınması ile cinsiyet teşekkül etmiştir. Dikkat edilirse aynı anda Hz. Adem ve Havva kendi paylarına düşen meyveyi (ister yarım, isterse başka bir şekilde olsun) yemiştir. Bu fiil neticesinde Hz. Adem’de zükûret, yani erkeklik kodu; Hz. Havva’da ise ünûset, yani kadınlık kodu genetik olarak işlenmiş, yani insanlığın üreme kodları farklı iki vücuda yerleştirilmiştir. Kadın ve erkek arasındaki cezbe de bu noktadan ileri gelmektedir. Tek dala bağlanmış bir meyveden iki parça yendiği için bu meyvenin tek olmasından dolayı bir çekim ve cezbe hâli mevcuttur.
4- Hz. Adem ve Havva’da dünya hayatını yaşamaya uygun maddeleşme süreci ile ilk hata ve yanlışlık yapma kabiliyeti ortaya çıkmıştır. Zira bu meyve yasaktır. Netice ne olursa olsun Allah bu meyvenin yenmesini yasaklamıştır. Meyvenin yenmesi Allah’ın emrine karşı gelmek demektir. Bu da hata ve yanlış bir fiilin işlenmesi anlamına gelir. Burada dikkat çekici bir sır vardır. Demek ki hatalar ekseriyet itibari ile maddî haller ve yaşayışlar neticesinde ortaya çıkmaktadır.
5- Maddî hatalar itibari ile Allah’ın güzel isimlerinin tecelli etmesi de bu süreç ile başlamış oluyordu. Zira yapılan bu yanlış ve hatadan dolayı Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimleri tecelli etmeye başlamış, daha yasak meyvenin yenmesi ile birlikte Settar ismi tecelli etmiş ve Hz. Havva ile Hz. Adem cennet yapraklarını alarak ayıp yerlerini örtmeye, Allah’tan utanmaya, haya etmeye başlamışlardı. İnsanlığın genetik şifresini taşıyan yasak meyve yenmese maddî süreç başlamayacak, maddî süreç başlamasa Allah’ın bazı isimleri tanınıp bilinmeyecekti. İlk anlarda Settar ismi tecellisi ile birlikte Gaffar, Rahim, Tevvab, Rauf gibi isimler de tecelli etmeye başlamış ve Hz. Adem’in mühim bir vazifesi olan Allah’ın güzel isimlerine ayna olmak hususu böylece gerçekleşme yoluna girmişti.
D- HZ. ADEM VE HAVVA’YI YASAK MEYVEYİ YEMEYE SEVK EDEN SEBEPLER
Bu kısa yazımızı insanlığın anne ve babasını yasak meyveyi yemeye sevk eden mühim bir sebebi nazarlara sunarak bitirmek istiyoruz.
Bu hususa Kur’ân’da şöyle dikkat çekilir.
“Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: ‘Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?’
Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.
“Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi. (Taha Sûresi: 120-122)”
Mezkûr âyetlerde dikkat çekildiği üzere Şeytan Hz. Adem ve Havva’yı “ebedî yaşamak” düşüncesi ile aldatmıştır. İşin aslında bu aldatma tamamıyla da yanlış bir haber ve bilgi değildir. Zaten o ağacın meyvesinde bir ebediyet duygusunu, bir ebediyet cezbesini Hz. Âdem de hissetmiştir. Şeytanın da böyle bir bilgiyi bildiği, en azından tahmin ettiği görülmektedir. Burada Şeytanın maksadı Hz. Adem’in meyveyi yiyerek Allah’a isyan etmesini sağlamaktır. Bu sayede onun da cennetten kovulacağını zannederek, güya ondan intikam almış olacaktır. İşin aslında insan için ebediyet yolu bu yasak meyvenin yenmesi ile açılmıştır. Bilgi doğrudur, ancak fiil bir hata sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Demek ki insan için ebediyet yolu belli başlı hatalar sonucunda ortaya çıkacaktır. Hata yapılacak ki doğru bulunsun, günah işlenecek ki af vuku bulsun, ölüm görülsün ki ebediyetin değeri bilinsin. İşte insanlığın bütün terakkisi bu yolla olmuştur ve olmaktadır da...