Ruh bir kanun-u emridir. Yani ruhun faaliyet göstereceği her alandaki işlerle ilgili tüm bilgi, işlev, kural, kanun ve hükümler bu kanunda yazılıdır.
Zaten ruh da akıllı, şuurlu, nurani ve hayat sahibi bir kanundur. Ancak bu kanunun icrası doğrudan Kudret-i İlahiye bakar. Yani bu kanunları icra eden, varlık sahasına çıkartan İlahi kudrettir. Kanun nasıl ki ilimle hazırlanır, irade ile tercihler ortaya konur ise; öyle de bu kanunun icrası ve işletilmesi Kudrete bakar.
Bir misal ile açıklayalım:
Şimdi devletler kendi sınırları içinde nizam ve intizamı sağlamak üzere kanun ve kurallar tanzim ederler. Kanunlar ise yazılı evraklardan ibarettir. Yani kanun kendi başına bir mânâ ifade etmez. Ancak, kanunun arkasında devletin icra gücü olur ise, işte o zaman kanun bir değer kazanmış olur. Devletlerin çıkardığı kanun ve yönetmeliklerin uygulayıcısı devletin gücüdür. Yani o kanundaki hükümlerin harici hayattaki uygulaması ve kanunlara uyulmadığı zaman çeşitli cezai hükümlerin icra edilmesi ve düzenin ve intizamın temin edilmesi doğrudan devlet güçlerinin takibi ve icrası yolu ile olmaktadır.
İşte şu koca kâinatta cari olan ve kainatın işleyişinde hüküm süren kanunların da sahibi Kudret-i İlahiyedir. Bu kanunların icrası ve kâinat çapındaki uygulaması doğrudan İlahi güce dayanır. Yoksa kanunların kendi başına bir yetki ve gücü yoktur. Bir yaptırım özellikleri de mevcut değildir. Kanun belki de Kudret-i İlahinin iş yapma şeklini tarifeden bir özelliktir.
Nasıl ki kâinat çapında geçerli olan kanunların sahibi ve icrası doğrudan Kudret-i İlahidir. Bu kanundaki hükümler Allah’ın emri ile çalışır. Benzer tarzda insana verilen ruh kanunu da yine ilahi kudrete istinat ederek çalışır. İşte ruhun kanun-u emri olarak tanımlanmasının bir hikmeti de budur. Yani ruh doğrudan ilahi emirle çalışan ve Kudret-i İlahinin kuvvetiyle harici vücut içinde iş gören akıllı, hisli, şuurlu hayat sahibi bir kanundur.
İnsana verilen ve ruhun üzerine nakşedilen akıl, his, şuur, hayat gibi temel hususlar ruhun bu kabiliyetini anlamak ve idrak etmek için verilmiştir. Yoksa ruhun kendi başına bağımsız bir iş görmesi için değil. Çünkü ruh kanunu ve üzerindeki ruh fonksiyonları doğrudan ilahi ilim ve irade ve kudrete dayanarak iş görürler.
Peki insana verilen nedir?
İnsana verilen şey cüzi iradedir. Yani insana ruh kanununu işlettirmek ve ruhu doğru yöne sevk etmek için bir tercih hakkı denilen cüzi bir irade verilmiş. İşte insan akıl, şuur, his ile bu cüzi iradesinindeki tercih yapma kabiliyetinin kullanarak ruhu işletir. Ruhun kemal noktasına gitmesi için çaba sarf eder. Yani insanın elinde sadece tercih hakkı vardır. Diğer tüm özellikler ve işler yine Kudret tarafından icra edilir. Mesela yemek hadisesini ele alalım. Bir insan vücudu besleme noktasında sadece yemek istediği bir nimeti tercih eder ve bir elma nimetini yer. Bu nimeti ağzında çiğneyip mideye gönderdiği zaman işi biter. Çünkü bu safhadan sonra bu elmanın midede nasıl bir muameleye tabi tutulacağı, bu elmadan hangi maddelerin süzüleceği, ne kadarının vücut beslemesinde kullanılacağı, hangi hücrelere hangi gıdaların iletileteceği ve bu elmadan ne kadarının posa olup vücuttan atılacağı doğrudan İlahi Kudret ile tanzim olunur. Bu da ruh kanunu çerçevesinde vuku bulur. İşte insan sadece bu ruh kanununun yönlendirmesini yapar. Yani cüzi iradenin tercih yapma hakkı ile ruhu işletir.
“Madem dünya hayatı ve cismânî yaşayış ve hayvânî hayat böyledir. Hayvâniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdâniyet sırlarını ifade eden “La İlahe illlah” kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir” prensibinden hareketle yine bir bilgisayar misali verebiliriz. Şimdi günümüz teknolojisinde bir bilgisayara işletim sistemi yüklenmektedir. İşletim sistemleri ise o bilgisayardaki tüm fonksiyonları çalıştıran temel bir yazılımdır. Ve hemen hemen her bilgisayara yüklenen işletim sistemi aynıdır. Ancak bu sistem zamanla işlev noktasında farklılık arz eder. Bu da kullanıcı kişiye bağlıdır. Yani o işletim sistemini birisi var ki, iyi yönde kullanmış, olumlu şeyler elde etmiş ve güzel işler yapmış. Bir diğeri de gereksiz işler yapmış, kötü yazılımlara ve virüslere kapı açmış, kötü videolar çekmiş ve işletim sistemini kirletip kullanılmaz hale getirmiş. İşte insan verilen ruh yazılımı da böyle bir şey. Her insana yüklenen ruh programının tercih ve kullanım hakkı insana verilmiş. Şayet siz bu işletim sistemini iyi yönde kullanırsanız ve İlahi emir ve kanunlara uygun hareket ederseniz elmas mahiyetinde bir değer kazanırsınız. Yok, kötü yönde kullanırsanız kömür mahiyetinde bir değer kazanmış olursunuz. İşte insanın elindeki tercih kabiliyetinin tezahürü bu. Yani ruhu elmas veya kömür mahiyetine çevirmek.
“Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidatlar beraber kalacaktı. Âlâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i sâfilîndeki Ebu Cehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı” ifadesi tam da bu hakikate işaret eder