“Evet, en büyük bir ağacın ruh programını bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte dercedip muhafaza eden Zat-ı Hakîm-i Hafîz, vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder denilir mi?” sırrınca her bir canlı gibi insana da bir ruh yazılımının, bir ruh programının yüklendiğini ve bu yükleme işleminin de bir ölçüde ruh üfleme ile ifade edildiğini, “ruh üfleme nedir” adlı makalemizde sizlerle paylaşmıştık.
Ağaç ile çekirdek arasındaki münasebeti insan ile kâinat arasında da tesis edersek, zira insan da kâinatın çekirdeğidir, o zaman yukarıda geçen ifadeden rahatlıkla şu manayı çıkarabiliriz: Zat-ı Hakîm-i Hafîz, şu koskoca kâinatın ruh programını da kâinata göre küçük bir nokta hükmünde olan bir insanın manevî cephesinde derc etmiştir.
İşte insanın kâinatın bir meyvesi olması, yine kâinatın bir misal-i musağğarı olması, kâinatın büyük bir insan, insanın da küçük bir kâinat olarak tanımlanması bu mühim hakikate işaret etmekle birlikte, kâinat ve insan arasında ağaçla meyve arasındaki bağ gibi çok sıkı ve ayrılmaz bir bağ olduğunu da ispat etmektedir.
Bu sıkı bağın ilk tezahürü ise anne karnında başlar. Sperm hücresinde yazılan genetik yazılımın anne yumurtalık hücresindeki yazılımla birleşerek bir çocuğun yaratılış süreci Hikmet-i İlâhî tarafından başlatılır. Belli bir süre sonra ruh tezahür eder, yani anne karnındaki çocuğa ruh programı yüklenir, yani dini tabirle “ruh üflemesi” yapılır.
Bu noktada bir sual akla geliyor:
Anne karnındaki her çocuğa yüklenen ruh aynı mı? Yani her bir çocuğun ruhu farklı mı, yoksa bütün çocuklara benzer bir ruh programı mı yükleniyor?
Öncelikle bu mühim sualin cevabında bize yol gösterecek olan iki mühim ifadeyi nazarlara sunalım:
Birincisi bir hadis-i şerif:
“Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” 1
İkincisi ise 12. Mektuptan bir ifade: “İşte kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için şeytanların hilkatiyle ve sırr-ı teklif ve ba’s-i enbiya ile bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidatlar, beraber kalacaktı. A’lâ-yı illiyyîndeki Ebubekir-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebucehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı. “2
Bu iki ifadeye göre anne karnındaki bütün çocuklara yüklenen ruhun aynı olduğunu söylemek pekâlâ mümkün. Zira “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar” sözü bunun açık delili. Demek ki, her çocuğa İslâm fıtratına uygun, yani Müslüman olma istidadını taşıyan bir ruh veriliyor. Bu da bütün çocuklara aynı ruh programının yüklendiğini ifade ediyor.
Aynı şekilde, “A’lâ-yı illiyyîndeki Ebubekir-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebucehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı” ifadesi de yine başlangıçtaki ruhların aynı olduğuna işaret eden mühim bir ifade.
Bu durum bir bilgisayar sistemine yüklenen işletim sistemine benziyor. Bilindiği üzere bir bilgisayar donanımı çalıştırmak üzere yüklenen işletim sistemleri ilk yüklendiği anda her bilgisayar için aynıdır. Zamanla kullanım farkı ortaya çıkar. İşte insana verilen cihazları ve organları çalıştıracak olan ruh programı da çocuk dünyaya geldiği anda aynı özelliklere sahiptir. Doğum sonrasında bu dünyadaki davranışlarına göre farklılıklar arz eder. Yani ruhlarda meydana gelen farklılık insanın eğitim ve davranışlarına bakar. Hatta bu gün uzmanlar bir çocuğun eğitiminin anne karnında başladığını ifade ediyorlar. Demek ki, farklılık daha anne karnında iken başlar ve ömür boyu devam eder. İşte insan kendisine verilen akıl, şuur, his, vicdan, kalp gibi temek özelliklerini cüz-î ihtiyarî denen seçme özgürlüğü ile kullanarak ya elmas mahiyetinde bir ruha sahip olur, nuranî bir mahiyet kesp eder; ya da kömür mahiyetinde bir ruh hali ile bütün ruh dünyasını karanlık ve zulmetler içinde bırakır.
“Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar” hadis-i şerifi de zaten doğrudan bu hale işaret ediyor.
Bu noktada peygamber ruhları biraz farklılık arz eder. Çünkü normal bir insan ya ailesi ve çevresi tarafından eğitime tabi tutulurken, peygamber ruhları bizzat Allah tarafından eğitilir. O sebeple peygamber ruhları diğer insanların ruhlarından mahiyet olarak oldukça farklı ve yüksek bir mahiyete sahiptir. Firavunun sarayında büyüyen Hz. Musa’yı (as) Firavun değil, bizzat Allah eğitmiştir ki, insanlığa ve İsrailoğullarına tam manasıyla rehber olsun. Aynı şekilde Peygamberimizi de (asm) eğiten ve onu terbiye eden de yine bizzat Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.
Bu hususta iki önemli anekdotu nazarlara sunuyoruz:
“Bu tabir, melaikenin aleyhine bir hüccet ve bir delildir. Yani “Allah seni terbiye etmiştir, hadd-i kemale eriştirmiştir ve seni beşere mürşid kılmıştır ki fesatlarını izale edesin. Demek, nev-i beşerin en büyük hasenesi sensin ki onların mefsedetlerini setrediyorsun.” 3
“Âdem’i halk etti, tesviye etti, cesedine nefh-i ruh etti, terbiye etti, sonra esmayı talim etti ve hilâfete namzet kıldı. Sonra vaktâ ki Âdem’i melaikeye tercih etmekle rüçhan meselesinde ve hilafet istihkakında ilm-i esma ile mümtaz kıldı; makamın iktizası üzerine, eşyayı melaikeye arz ve onlardan muarazayı talep etti; sonra melaike aczlerini hissetmekle Cenâb-ı Hakk’ın hikmetini ikrar ettiler.” 4
Dipnotlar:
1- www.sorularlaislamiyet.com
2- Mektubat, s. 48.
3- İşârât-ül İ’caz, s. 275.
4- İşârât-ül İ’caz, s. 28.