“Biz M. Kemal’in askerleriyiz” diyen teğmenler hakkında başlatılan soruşturma hakkında konuşalım.
Bu teğmenlerin söyledikleri haklı mıydı, yoksa aşırı bir milliyetçilik ve şahıs odaklı bir tavır mıydı?
Bu davranışın arkasında iki temel sebep olabilir.
İlki, bu teğmenlerin, iktidara -özellikle Erdoğan’a- bir mesaj verme amacını taşımış olabilecekleridir.
Ancak bu sebep uzak bir ihtimal gibi görünüyor.
İkinci sebep ise:
M. Kemal’in ismi hâlâ resmi bir figür olarak varlık gösteriyor ve bu ismi haykırmak, meşru!
Teğmenler bu nedenle hareket etmiş olabilirler.
Eğer böyleyse bu bize göre normal! Zira Anayasa ve devlet anlayışı bu ideolojik isim üzerine tertiplenmiş.
İktidar cenahı, M. Kemal’i “tarihî bir figür” olarak sahiplenmeye çalışsa da, herhangi bir siyasi rekabetten kaçınmak adına bu tür figürlerin ön plana çıkmasını da istemiyor.
Diğer taraftan, muhalefetin bazı cenahı ise “M. Kemal’in askerleri” olmayı “tarihî bir sorumluluk ve bir aidiyet duygusu” olarak kabul ediyor.
Onlara göre, “M. Kemal’in askerleri” olmak, sadece geçmişin değil, bugünün ve geleceğin de bir ifadesidir. Bundan vazgeçmek ise onlara göre serden geçmek gibidir.
Eğer şu bağlılık herhangi bir kişiye özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı açık bir tepki olarak algılanıyorsa, bu durum ordu ve siyaset arasındaki ilişkiyi konuşmamızı gerektirir.
M. Kemal ismi 1960 ve 1982 ile 28 Şubat darbelerine dayanak yapıldığı malumdur. Tarihî dayanak sebebiyle tedirginliğin yeri var.
Ordu, siyasî figürlerden bağımsız ve tarafsız kalmak zorundadır. Evet ama…
Daha önce de yazdık, şahıslar bir değer olabilir ancak sadece bazıları için.
Ama devlet, maddî-manevî yapısını bu geçici şahısların ideolojisi üzerine kuramaz.
Kurarsa ne olur?
Darbeler olur, çok hâller tehdit olarak algılanır.
Ne M. Kemal’in askerleri, ne de Erdoğan’ın askerleri olmak, bir devletin temel ilkelerine ve demokratik yapısına hizmet etmez.
Buna Türkiye’nin siyasî tarihi de izin vermez.
Siyasî tarih kitapları, demokrasimizi tâ tazminattan itibaren ele alır. Bilhassa Genç Osmanlılar olarak bilinen Namık Kemal, Ziya Paşa ve Şinasîlerin önemi, hürriyet karşısındaki şahıs ikonuna karşı mücadele etmekte yatar.
Buna rağmen başka ikonlar nedendir?
Asker, sadece ve sadece milletin askeridir. Bugünün lideri, yarının lideri ya da geçmişin lideri fark etmeksizin, ordunun sadakati her zaman millete olmalıdır. Ordunun siyasal figürlerin askeri olmasının, siyasi iktidarın yöneticisi kim olursa olsun, demokrasinin temel ilkelerine ters olduğunu savunuyoruz.
Hakikî demokrasiye inanan herkes, askerlerin siyasetle değil; halkla, milletle, vatanla özdeşleşmiş olmasını savunur.
Bu noktada teğmenler hakkında başlatılan soruşturmanın doğru bir adım olup olmadığı ikinci bir mesele olmalıdır.
Asıl mesele “demokrasi ve resmî ideoloji” meselesidir. Zira olaylar ve olgular bunun üzerine cereyan eder.
Teğmenlerin şu bağlılığı, kasıtlı bir şekilde, bir siyasî mesaj verme amacına hizmet ediyorsa elbette bu suçtur ve cezaî bir sorumluluk doğar.
Ancak eğer bu davranış, genç teğmenlerin içinden geldikleri çevre veya kişisel ideolojik bağlılıkları sonucu ortaya çıktıysa, burada bir kusurdan söz edilebilir. Bu hâlde ise disiplin soruşturması başlatılabilir ancak askerî disiplinin gerektirdiği şekilde doğru bir değerlendirme ile karar verilir.
Ancak mezkûr iki saiki de tehlikeli ve zararlı kabul ediyoruz.
Bu kapsamda, Anayasa değişikliği kaçınılmazdır. Ancak Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi, “kanunun kuvveti mukanninin kuvveti iledir,” yani Anayasa’nın demokratik olması hakikî demokratların varlığına dayalıdır.
Sahi nerde şu demokratlar?