Beşer tarihi, karmaşık bir seyir izlemiştir. Milattan önce üç bin yılına kadar olan döneme dair yazılı bir kaynak yoktur; sonrası hurafeler ve tahriflerle dolu. Ancak Miladî 571’de Rahmet Güneşiyle (asm) beraber “hak” da tekrar doğmuştur.
Milâdî 571 ve sonrası hakkın ve hakikatin doğduğu, bâtıl düşün-celerin temyiz edildiği bir zaman dilimidir.
Bir kere o “hak” göründü ve işlendi ruhlara.
Her insanın ruhunda derin bir “hak” duygusu gizli. Yalnız, bu duygunun üzeri çoğu zaman gaf-let, bencillik ve menfaat gibi menfî hasletlerle örtülür.
Peki, bu örtüyü kaldıracak olan nedir?
İnsan, ferdî olarak, nefs-i emmaresine karşı bir savaş verir. Aynı zamanda insanlık da toplumsal, kültürel ve siyasî kutuplaşmalar içinde benzer bir mücadele içindedir.
Devletler, milletler ve toplumlar arasında ciddî bir çatışma ve ayrış-ma var. Ancak bütün bu karmaşa içinde, insanın içindeki “hak” duygusu, bir şekilde kendisini ortaya çıkaracak. Çünkü “hak” olarak ad-landırılan gerçek, doğruluk, ada-let ve düzen, Allah’ın Hakk isminin tecellisidir. Allah’ın isimlerinin tecellisini ise kimse engelleyemez...
Bu noktada akıl, Hakk’a doğru giden yolda insanın en önemli rehberidir. Akıl, ruhtaki bu derin duygunun hizmetkârıdır. Ancak, çoğu zaman gaflet örtüsü aklın üzerini kaplar, bu da insanın Hakk’a karşı rabıta kurmasını ve özüne ulaşmasını engeller.
Bediüzzaman Said Nursî, “nokta-i istinad ile vicdan-ı beşer Sâni’i unutmamaktadır. Eğer çendan dimağ tatil-i eşgal etse de vicdan edemez,” diyerek insan vicdanının; nihayetinde Hakk’ı unutamaya-cağını belirtmiştir. Önce ruha bağlı vicdanın merkezinde bulunan o “hak” duygusu uyanacak. Hemen akabinde akıl, başındaki o gaflet örtüsünü yırtacak “hak”ka ulaşacaktır.
Ve sonunda, her şeyin doğru yerini bulacağı itikadı ve inancıyla “hak galip gelecektir.”
Bugün dünya, adalet, hak ve hukukun sorgulandığı, bir yanda güçlü devletlerin, diğer yanda ezilen halkların var olduğu bir ortamda şekilleniyor. İsrail devleti, başkasının topraklarında varlığını sürdürüyor; ancak “Hakk”ın divanı var.
İslâm âleminin yöneticileri zaman zaman gaflet içinde olabilir; ancak kaderin hükmü de var.
Sonuç olarak, insanlık tarihinin karmaşık ve çalkantılı seyri, nihayetinde insanın fıtratına rücu etmesiyle son bulacaktır.
“Hakk geldi, bâtıl zâil oldu” İlâhî fermanının hakikati anlaşılacak ve artık hak olan galip gelecektir.
İşte bu ferdî keşfin bir de toplumsal bir tezahürü olacak. İyi insanlar “insaniyet” namına bir araya gelip, “hak”kı kabul ettiğin-de, bâtıl düşünceler yok olacak ve hakikî huzur ve adalet tesis edilecek inşallah.