Irkçılık, toplumsal çatışma ve ayrışmalara yol açan, tarih boyunca çeşitli şekillerde kendini gösteren bir olgudur.
Türkiye’nin tarihî süreçleri incelendiğinde, ırkçılığın farklı biçimlerde ortaya çıktığını ve siyasî arenada çeşitli şekillerde kullanıldığını görmek mümkündür. Bu bağlamda, “Irkçılık ırkçılığa gebedir” sözü, ırk temelli politikaların birbirini tetikleyici etkisine dikkat çeker.
“Irk” kelimesi Arapça kökenlidir ve kelime anlamı itibariyle “bitkinin kökü, köken, soy” anlamlarına gelir. Irk, biyolojik kökenle ilgilidir ve Türkiye’de ırk üzerinden siyaset yapanların temel hedefi, biyolojik olarak belirli bir ana ve babada birleşmektir. (...)
Tek parti döneminde (1923-1950) aşırıya kaçacak şekilde Türkçülük politikaları izlendi. 1923 sonrası dönemde ulus-devlet uğruna Kürt kimliğinin yok sayılması ve baskı altına alınması, Kürt isyanlarını tetiklemiştir. Bu dönemdeki politikalar, etnik çeşitliliğin reddedilmesine ve Türkleştirme politikalarının uygulanmasına yol açmıştır.
İstiklal Harbi’ni yöneten Birinci Meclis, etnik çeşitliliği kabul etmiş ve 1921 Anayasası ile bütün illere kendi yönetimlerini oluşturma anlamına gelen “muhtariyet” yani özerklik vermiştir. Ancak Lozan Antlaşması sonrasında yeni devletin tanınmasının ardından oluşan İkinci Meclis’in çıkardığı 1924 Anayasası, etnik çeşitliliği tamamen reddetmiş ve Türkleştirme politikalarını devreye sokmuştur. (...)
1925-1938 yılları arasında Dışişleri Bakanı olan Tevfik Rüştü Aras, “Kürtlerin ABD’deki Kızılderililer gibi yok olması” fikrini ileri sürmüştür. Aynı dönemde Adalet Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt, “Türkiye’de Türk ırkından başka hak iddia edebilecek başka bir millet olmadığını, Türk olmayanların ancak kulluk veya kölelik hakkına sahip olacağını” ifade etmiştir. Belli ki bu dönemde Alman Nazi’si örneği Türkiye’de de uygulanmak istenmiştir. (...)
Bu menfî Türkçülük anlayışı, devlet tarafından savunulmuş, resmîleştirilmiş ve böylece Kürt milleti üzerinde bir asimilasyon hareketi başlatılmıştır. Bu duruma tepki olarak Kürtler de Kürtçülük fikrine temayül etmiştir.
1982 Anayasası’nın 26/3 hükmü ile Türkçe dışında başka dillerde düşüncelerin açıklanması, 28/2 hükmü ile de Türkçe dışında yayın yapılması yasaklanmıştır. (...)
Bu baskıcı rejimlerin sonucu olarak ve dış güçlerinde desteğiyle PKK terör örgütü doğmuştur. Bugüne geldiğimizde, zaman zaman “Ne mutlu Türküm diyene” sözü, “Andımız” ve “Kurtluk/Türklük işareti” üzerinden Türkiye’de Türkçülük yapılmak istenmektedir. (...)
Bediüzzaman Said Nursî’nin 1909’da Osmanlı Mebusan Meclisi’ne hitaben yaptığı tavsiyeler, günümüz politikalarıyla karşılaştırıldığında oldukça düşündürücüdür; “Arap ve Turan ve İran ve Sâmileri, yani beraber olanları tevhid ederek az zaman içinde bize bir büyük kıymet verdiren... ol Kur’ân-ı Mukaddes’in düsturları unvanıyla gösterseniz ve hükümlerinize me’haz edinseniz ve düsturlarını tatbik etseniz, acaba bu kadar fevaid ile beraber ne gibi bir şey kaybedeceksiniz?” 1
Bu hitap bugün için de geçerlidir. (...)
Üstad’ın teklif ettiği gibi İslâmiyet milliyeti ve Hz. Nuh milletinin birleştirici gücü dikkate alınarak, daha kapsayıcı ve adil politikalar benimsenmelidir.
Siyaset ehli, bu öneriler üzerinde düşünmeli ve mevcut menfî politikalardan vazgeçerek, toplumun bütün kesimlerine faydalı olacak politikalar izlemelidir.
(Genç Yorum dergisinden kısaltılarak alınmıştır.)
Dipnotlar: 1. ESDE, Divan-ı Harb-i Örfî, Yaşasın Kur’ân-ı Kerîmin Kanun-u Esasîleri