Türkiye’yi idare edenler işin en başında yanlış düğme iliklediklerinden işlerin düzelmesi pek de mümkün görünmüyor.
Hatırlanacağı üzere “İtibardan tasarruf olmaz” anlayışıyla iş görülmeye başlandı ve en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün idareciler israf yarışına girdi.
Bunun en bariz misali de il ve ilçe belediyelerinin yaptığı ‘kaldırım yenileme çalışmaları’ oldu. Hele seçim yılında kaldırım yenilemeyen ilçe kalmış mıydı?
Bir başka israf yolu da kamudaki araç saltanatıdır. Haberlere bakılırsa 2018’de 98 bin 82 olan 45 kamu idaresinin sahip olduğu taşıt sayısı, kiralık araçlar hariç 106 bin 363’e ulaşmış.
İlgili haberde şu bilgiler var: “Ocak-Temmuz arasında kamu, toplam 2 milyar 429 milyon 51 bin TL’lik taşıt kiraladı. Aynı dönemde alınan taşıtların maliyeti ise kayıtlara, 178 milyon 133 bin TL olarak geçti. (...) 2021 yılından itibaren kamudaki araç saltanatı giderek daha da genişledi. 2021 yılında 45 kamu idaresinin envanterindeki toplam araç sayısının 100 bin 846 olduğu belirtildi. Araç sayısındaki artış 2022, 2023 ve 2024 yıllarında da sürdü. Buna göre, 2022, 2023 ve 2024 yıllarında kamunun araç sayısının sırasıyla 103 bin 104, 104 bin 400 ve 106 bin 363 olduğu bildirildi.”
Kamuya ait araç sayısının her geçen yıl artması hayra alamet sayılabilir mi? Niçin alınan ‘tasarruf kararları ve tedbirleri’ devlet idarecilerini bağlamıyor? Yoksa tasarruftan, millet için yapılacak işler mi anlaşılıyor? Ya da tasarrufu sadece vatandaşın yapması mı gerekir?
Bu mesele gündeme geldiği her defasında ifade edildiği üzere Türkiye’yi düzlüğe çıkaracak şey; gerçek anlamda bir tasarruftur. Tasarruf deyince sadece bozuk çeşmelerde akan suyu anlayan bir anlayışla ‘tasarruf kampanyası’ açılabilir mi? Mesele kumaya alınan araç sayısının çokluğu da değildir. Bir araç alındığında sadece o araca verilen para akla gelmesin. O araç aynı zamanda bir ‘harcama makinesi’ anlamına gelir. Öyle ya, o aracı birisi kullanacak ve bunun için de akaryakıt gerekecek. Dolayısı ile mümkün olduğu kadar araç sayısını azaltan bir politika uygulanması icap eder.
Diyanet İşleri Başkanlığı da ara sıra hutbelerde haklı olarak vatandaşı tasarrufa çağırıyor. Doğrudur, hepimiz tasarruf etmeliyiz. Ancak gönül arzu ediyor ki bu tasarruf kampanyasına Diyanet İşleri Başkanlığı öncülük etsin. Nasıl mı? Ayrıntısını bilmesek de, müftülüklerin emrinde olan araçlar acaba ‘yerli malı yurdun malı’ araçlar mıdır? Bu araçların ne kadarı lüks sınıfına girer? En başta müftüler adına bir açıklama yapılıp, “Bütün araçlarımızı ‘yerli, bir bakıma ucuz’ araçlarla değiştiriyoruz” deseler ve böyle bir kampanya başlatsalar çok daha etkili olmaz mı? Özel bazı durumlar ve ihtiyaçlar hariç, niçin kamuda lüks arabalar olsun?
Kimse, “Biz bu araçları bağışlarla aldık” demesin. Bağış yapacak olan varsa, daha faydalı işler için bağış yapsın. Bir araç tutarı kadar öğrenciye burs verilsin. Ancak bu yolla düzlüğü çıkarız vesselam.