Hak, hukuk ve adaletten bahsedince bu meselenin sadece mahkemelerin işi olduğunu düşünenler yanlış yapmış olmaz mı? Asıl adalet, ‘kul hakkını bilmek ve ona riayet etmek’le sağlanmış olmaz mı?
“Devlet işleri”ne girişte büyük ölçüde ‘liyakat’ın değil de ‘mülakat’ın etkili olduğunu dünya alem biliyor ve görüyor. Çoğu defa birinciler mülakatlarda elenirken, ‘sonuncu’lar memur olarak tayin edilebiliyor. Buna itiraz etmek için bir misal dahi yeterken, hemen her gün ve her dönemde mülakatın liyakatten daha belirleyici olması gençlerin de tepkisi ve itirazını çekmiş oluyor.
Türkiye’yi idare edenler mülakatı sona erdireceklerini seçimlerden önce millete vaad etmişlerdi. Duyan herkes de “Bu defa mülakat kesin olarak sona eriyor. Çalışan, kazanacak” diye düşünmüştü. Zaten olması gereken buydu. Fakat hak, hukuk ve adalet yolunda o nispette ayrılmış durumdayız ki bu bile bir ‘lütuf’ olarak görüldü. Buna rağmen seçimler bitince iktidar verdiği sözü büyük ölçüde unuttu ve yeni kıstaslar, bahaneler ileri sürdü. Tabii ki bu geri adım millet nezdinde kabul görmedi ve büyük ekseriyet ‘mülakat’ yerine ‘liyakat’ın esas alınması istedi ve istiyor. Medyaya yansıyan haberlere bakılırsa, her kesimden ‘Utanca son verin, kul hakkı yemeyin’ çağrıları yükselmeye başlamış. Aynı haberlere göre hakimlik, kaymakamlık, defterdarlık gibi imtihanlarda düşük puan alan kişiler atanırken dereceye giren adaylar elenmiş. Mesela, bir bakanlığın sınavında 100 üzerinden 93 puan alarak Türkiye ikincisi olan depremzede (G.K.) sözlüde elenmiş. Benzer bir haksızlık da Maliye’de yaşanmış. 81 ildeki ‘Defterdarlık Uzman Yardımcılığı Sınavı’nda birinci olanlar mülakatta elenmiş. Düşük puan alanlar ise sözlüden yüksek puan verilerek memur olarak tayin edilmişler. Muhalefet soru önergesiyle konuyu TBMM’ye taşırken bir vekil, “Bu tablo karşısında toplum vicdanı sarsılıyor, diğer sınavlar da zan altında kalıyor” demiş. (Karar g., 3 Eylül 2024)
Yazılı imtihanlarda yüksek puan alanların mülakat yani sözlü imtihanlarda düşük puan alması tesadüf olabilir mi? Çok daha zor olan yazılı imtihanlarda alınan puanların bir bakıma sıfırla çarpılması, dikkate alınmaması gençler için umutsuzluk kaynağı olmaz mı? Liyakatin değil de mülakatın etkili olduğu bir sistemde gençler “Çalışayım, kazanırım” diye düşünebilir mi? Yoksa, “Ne de olsa torpili olmayan, ‘adam’ı olmayan bir işe giremiyor. O halde çalışmanın da bir anlamı yok” diye düşünmez mi? Uygulanan yanlış politikalar sebebiyle böyle düşünenlerin sayısının artması Türkiye’ye yapılan en büyük kötülüklerden biri değil mi?
Geçenlerde bir tanıdığım, akrabası olan lise öğrencisine adet olduğu üzere “Büyüyünce hangi mesleği seçeceksin?” diye sormuş. Lisede okuyan genç de, “Okumanın ne anlamı kaldı ki. Ne okusan oku, torpilin yoksa en fazla sonunda üç harfli marketlerde kasiyer olabiliyorsun” demiş.
Daha lisede okuyan öğrencileri böyle düşünmeye mecbur bırakan sistemin çok yanlış bir sistem olduğunu görmemek mümkün mü? Mülakat kesin olarak bitsin, liyakat devri başlasın...