Adaleti ‘mülkün temeli’ ilân eden bir anlayışın, bunun gereğini yapmaması ve hukuksuzluklara göz yumması kadar yanlış bir iş olabilir mi?
Üstad Bediüzzaman’ın şu tefsirini günde beş defa okumak ve on defa da uygulamak icap etmez mi: “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesad çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Mâide Sûresi: 32.) Âyetin mana-i işarîsiyle, bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde, hak haktır; küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin, rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir.” (Mektubat, s. 67)
Acaba bu anlayış hayatımıza ne kadar hükmediyor? “Hak haktır; küçüğüne büyüğüne bakılmaz.” “Bir ferdin, rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez.” Bir daha dikkat çekmekte fayda var ki, burada ‘hak’ ile ‘hayat’ birlikte kullanılıyor. Bir bakıma, bir kişinin hakkı ihlâl edildiğinde ‘hayat’ı da ihlâl edilmiş anlamına gelmez mi? Ya da bir kişinin ‘hak’kını korumak, onun ‘hayatı’nı korumak kadar önemlidir denilemez mi?
Pek, ‘hak, hukuk ve adalet’ bu kadar önemliyken ülkemizde yaşananları nasıl yorulmamak icap edecek?
İzmir Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi Sevda Erdan Kılıç, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru istatistiklerini değerlendirirken şöyle bir tablo çizmiş: “Anayasa Mahkemesi (AYM) istatistikleri anayasal haklarımızın iktidar tarafından nasıl da ayaklar altına alındığını gösteriyor. Yüksek Mahkeme, 2024 yılı boyunca 2 bin 529 dosyada hak ihlâli tespit etti. Yani günde 10 kez hak ihlali belirledi. (...) İnsan, haklarıyla insandır. İnsan hakları, tüm insanların eşit derecede sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerdir. Hiçbir surette vatandaş temel insan haklarından mahrum bırakılamaz.” (ankahaber.net, 20 Kasım 2024)
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) tespitiyle günde 10 defa ‘hak ihlâli’ yaşanan bir ülkenin ‘adalet yolunda ilerlediği’ söylenebilir mi? Hedef ve maksat “hiç hak ihlâli olmaması” iken, her gün ihlâllere şahit olunması “Büyük Türkiye”nin önündeki en büyük engellerden biri değil mi?
Bu vesile ile tekrar hatırlatalım ki gazeteci yazar ağabeyimiz Kâzım Güleçyüz’e yapılan muamele de en hafif ifadesiyle ‘hak ihlâli’ne bir başka misaldir. Hukukçuların da ifade ettiği üzere ‘tutuksuz yargılanma’sı mümkün olanların hukuka aykırı şekilde tutuklu yargılanmaları da hak ihlalidir.
Temennimiz hiç kimsenin ‘hak ihlâli’ne maruz kalmamasıdır. Adalet tam tecelli etsin ki Türkiye hak ettiği ekonomik ve sosyal seviyeye gelebilsin...