Doğrusunu isterseniz “Türkiye için demografik kriz kapıda” anlamına gelen haberi duyunca, “Demokrasi krizi kapıda” şeklinde anlayarak, “Ne zaman krizden çıkmıştı ki?” demek durumunda kaldık.
Gerçekten de “demografik kriz” de büyük bir tehlike olmakla birlikte asıl tehlikenin “demokratik kriz” olduğunu akılda tutmak icap ediyor.
Ansiklopedilere göre demografi, ‘nüfus bilimi’ anlamına geliyor. Dünyada veya bir ülkede bulunan nüfusun yapısını, durumunu, dinamik özelliklerini inceleyen bilim dalı olması bakımından doğumlar, ölümler göçler ve yaşlanma ile ilgili çalışmalar bu bilim dalına mensup ilim adamları tarafından yapılır.
İşte, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Strateji Geliştirme Yüksek Kurulu ve Yüksek Koordinasyon Kurulu, birlik merkezinde toplanmış ve Türkiye’nin ‘demografik yapısı’nı masaya yatırmış. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanı İbrahim Şenel, toplantıda yaptığı konuşmada Türkiye’nin de dahil olduğu pek çok ülkenin demografik krizle karşı karşıya kaldığını belirterek, “Ülkemiz de dahil olmak üzere bugün pek çok ülke demografik krizle karşı karşıya. Nüfus hızla yaşlanıp genç nüfus oranı azalırken bu dönüşüm ülkelerin ekonomik ve sosyal yükünü arttırmakta, geleceğe yönelik nitelikli insan gücü kaynağını sınırlandırmaktadır. Son açıklanan nüfus projeksiyonları, doğurganlık hızı yüzde 1,5’e gerileyen ülkemizde 2030’un ilk yarısında yaşlı nüfus oranının yüzde 15’i aşacağına ve demografik fırsat penceresinin kapanacağına işaret etmektedir” demiş. (AA, 18 Kasım 2024)
Yaşlı nüfusun genel nüfus içindeki nisbetinin artması uzun dönem için Türkiye’nin önündeki önemli meselelerden biri olacak gibi duruyor. Gerçi böyle olacağı geçen yıllarda da tahmin edilmiş ve gündeme de taşınmıştı. Ne var ki Türkiye’yi idare edenler sadece “Daha fazla çocuk yapın” şeklindeki tavsiyeleri dile getirmekten başka bir şey yapamadılar. Elbette bu çağrılar da önemli, ancak bu çocukların iyi şekilde yetiştirilmesi de öncelikli mesele değil mi? Ekonomik sıkıntılar içinde boğuşan aileler ‘daha fazla çocuk’ çağrılarına ne ölçüde cevap verebilirler ki?
Ayrıca ‘anne adayları’nı ve ‘anneler’i iş hayatına çağıran politikalar devam ettikçe ‘daha fazla çocuk’ çağrıları karşılık bulabilir mi? Doğrudan ilişkisi olmadığı söylenmiş olsa da, ‘demokrasi krizi’ yaşıyor olmamızın bir neticesi de ‘demografik kriz’ değil midir?
“Anne”liği teşvik eden politikalar olmadıkça “ihtiyar Türkiye”den kaçış mümkün müdür?
Türkiye’yi idare edenler ve tabiî ki milletimiz bir tercih yapma durumundadır: Ya demografik ve demokratik krizleri aşacak politikaları destekleyecek ya da her iki krizle de baş başa kalacak.
Hak, hukuk adalet ve tabiî ki demokrasi krizlerini aşabilirsek; ‘demografik kriz’i de rahatlıkla aşarız inşallah.