Umumî anlamda ülkemizde anayasa ve kanunlar geniş bir mutabakatla hazırlanmadığı için, neredeyse kabul edildiği gün itirazlar başlar ve bir bakıma da ‘eski’ haline gelir.
Zaten yürürlükteki anayasanın dahi, değişiklikler yapılmış olsa bile özü itibarıyla ‘darbe döneminin eseri’ olması bu durumu özetler mahiyettedir.
Hiç gündemden düşmeyen bir anayasa meselemiz vardır. Keşke gerçek anlamda bir ‘sivil anayasa’ yapılabilmiş olsa, ama hal ve gidişe bakıldığında adı ‘sivil anayasa’ olsa bile yapılmak istenen yeni anayasanın ‘eskisinden iyi’ olacağının maalesef garantisi yok. Çünkü hazırlıklar yine bir bakıma milletten gizli olarak yürütülüyor. Oysa millet nezdinde sahiplenilen bir anayasa için hazırlanma safhası dahil açık ve şeffaf olunmak durumundadır.
Pek çok çevreden tepki alan ve ‘etki ajanlığı’ diye bahsedilen bir düzenleme TBMM gündemine geldi. Bu düzenleme ‘şimdilik’ geri çekilmiş olsa da, iktidar cenahının bu düzenlemeyi yeniden TBMM gündemine getireceği anlaşılıyor. Meclis’teki görüşmeler esnasında bir açıklama yapan Anayasa Hukuku Profesörü ve Antalya Milletvekili Serap Yazıcı Özbudun şöyle demiş: “Etki ajanlığını düzenleyen teklifin 16. maddesi geri çekiliyormuş. Bu madde gerçekten geri çekilmişse buradan teşekkür etmek istiyorum, ama bir şerh ile. Tekrar bu maddeyi birtakım kelime oyunlarıyla önümüze getirmemeleri kaydıyla. Çünkü sık sık bu hadiseye tanıklık ediyoruz. Ülkenin millî menfaatlerini korumak adına insan haklarını feda edecek olursak içinden geçmekte olduğumuz otoriterleşme süreci korkarım ki totaliter bir düzenin kurulmasıyla sonuçlanır.” (ankahaber.net, 13 Kasım 2024)
TBMM’deki konuşmalardan da anlaşılacağı üzere iktidar bu ‘önemli’ maddeyi ve konuyu, “Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin içine yerleştirerek bir bakıma gizlemeye çalışmış. Doğru bir iş yapılıyorsa bunu ‘torba kanun’ların içine yerleştirmeye ne gerek var? Ayrıca geri çekilen bu maddenin tekrar gündeme getirileceği de yine iktidar mensubu vekillerce ifade edilmiş durumda.
Esas mesele “insan hakları”ndan fedakârlık edilip edilmeyeceği noktasında düğümleniyor. Türkiye’yi idare edenlere göre “insan hakları” çoğu insan için ve hele ülkemiz için ‘lüks’ bir talep gibi görünüyor. “Yüksek menfaatler” söz konusu olduğunda “insan hakları”nı yok saymak, çiğnemek idareciler için “sıradan bir iş” gibi görülüyor. Oysa insan, ‘hak’larıyla insandır ve ‘hak’kı çiğnenen insanların olduğu bir ülkenin “büyük, huzurlu ve zengin” olması mümkün değildir.
“Hakkın küçüğüne büyüğüne bakılmaz” ve “(Bilmânâ ile) Dicle kenarında bir kuzuyu kurt kapsa, onun hesabı (idarecilerden) sorulur” ise Türkiye’yi idare edenlerin “hak, hukuk ve adalet” konusundaki bu ilgisizliği, haksızlıklara kapı açmaları nedendir?
Hak, hukuk ve insan hakları olmadan olmaz vesselâm.