Kalp Ayine-i Samed’dir.
Yani Samed olan Allah’ın aynasıdır. Ama her kalp Ayine-i Samed midir? Elbette hayır. Zira Ayine-i Samed olan Allah’ı seven kalptir, imanlı kalptir. Yani kalpte iman varsa Allah (cc) o kalbe teveccüh edecektir. İmansız kalbe ise asla teveccüh etmeyecektir. Ama her kalpte Ayine-i Samed olma istidadının bulunması ise başka bir şeydir. Zira Cenâb-ı Hak Rahman ismiyle bütün kullarına asgarî müştereklerde ortak imkân ve fırsatlar sunar. Rahim ismiyle de kendini seven kalbe ekstra teveccüh eder.
Cenâb-ı Hak “Sığmadım kâinata, sığdım Beni seven kulumun kalbine” diyor hadisi kutsîde.
Yani Cenâb-ı Hakkın kalbe teveccüh etmesi kalpteki iman hasebiyledir. Yoksa her kalbe aynı şekilde iltifat ettiğini iddia edemeyiz.
Bütün insan vücudu içinde Sani-i Hakiki’nin insanın diğer herhangi bir organına ya da uzvuna değil de yalnızca ve evleviyetle kalbine teveccüh etmesi ilginçtir. Çünkü insan imanlı kalbi ve hikmetli aklıyla Allah’a muhatabdır. Ve bu yönleriyle imtihana tabidir.
Madem Cenâb-ı Hak imanlı kalbe teveccüh ediyor. O halde her imanlı kalbe de aynı oranda teveccüh ettiğini iddia edemeyiz. Burada kulun iman kuvvetinden kaynaklanan bir nisbilik söz konusudur. Zira imanın dereceleri olduğu gibi her insanın iman kuvveti de farklıdır.
Öyleyse, Şuunatı Zatiye ve İlâhiye kendi Zat’ının sevilmesi ve imanının kuvveti derecesinde o kalbe tecelli edecektir. Nasıl ki ayna ne kadar parlak ve pürüzsüz olursa güneşin ısı ve ışığını o derece yansıtır. Aynen öyle de kalp ne kadar günah kirlerinden uzak ve saf olursa, Sani-i Hakikî o derece o kalbe iltifat edecektir. Öyleyse Kâinatı muhabbetinden / muhabbetiyle ve şefkatinden / şefkatiyle halk eden Ahsenül Hâlıkînin esmasının en a’zam tecellîsi Habibullah’ın (asm) kalbinde TEAYYÜN VE TEŞAHHUS edecektir. Bu sebepledir ki, Mir’atı Muhammed’den Allah (cc) görünür daim, denilmiştir. Zira Mi’racı Ekbere mazhar olmuş bir kalbi ve cismaniyeti söz konusudur.
Aynen öyle de, insan vücudunda kalbin önemi ve fonksiyonu ne ise, dünyada tebliğ vazifesi içinde iman hizmeti de odur. Yani Cenâb-ı Hak nasıl ki, insan vücudunda öncelikle imanlı kalbe iltifat ediyor; din hizmetleri içinde de öncelikle iman hizmetini yapan taifelere, cemaatlere, Şahs-ı Manevilere daha ziyade teveccüh etmesi makuldür, hikmete uygundur.
Yeryüzünde iman hizmeti yapan ve iman hizmetini önceleyen ve imanı ilmen anlatan ve iman ilmi diye bakir bir literatürün doğmasına vesile olan Risale-i Nur Şahs-ı Manevisi anlayışı, müntesiplerinin marifet ilmiyle itikat sahibi müttaki fertler olmasına zemin hazırlamıştır. Ahirzamanda iman hizmeti deyince öncelikle Risale hizmetinin ve Risale-i Nur şahs-ı manevisinin akla gelmesi bir ihsan-ı İlâhidir. Zira, Nurcuların en kuvvetli motivasyonu Veraseti Nübüvvet mesleğini ifa eden taife oldukları inancıdır.
Nasıl ki, Allah’ın (cc) kalbe teveccüh etmesi imanın hatırınadır. Öyle de tebliğ hizmetleri içinde herşeyden önce iman hizmetine yoğunlaşan Risale-i Nur hizmetine öncelikle iltifat etmesi de bu iman hizmetinin hatırınadır, diyebiliriz.
Bir cemaatinde kuvvetli bir şahs-ı manevisi olması, müntesiplerinin ihlâsı, kardeşliği ve ittihad şuurlarıyla doğru orantılıdır. Ancak bu şekilde şahs-ı manevî ayinesi hem büyük hem parlak ve hem de pürüzsüz olarak Esma’ül Hüsna’ya azam mertebede tecelligâh olacaktır.
Üstad Hazretleri’nin müjdeli ve ümit aşılayan şu sözüyle nokta kayalım; “MERAK ETMEYİN KARDEŞLERİM İNAYET-İ İLAHİYE DEVAM EDİYOR.” Yeter ki bizler Süfyaniyetin Siyaset DAM’ına düşmeyelim.