BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ’NİN HİLMİ URAN’A MEKTUBUNDAN: “Siz, şimdiye kadar gelen inkılâp kusurlarını üç dört adamlara verip şimdiye kadar umumî harp ve sair inkılâpların icbarıyla yapılan tahribâtları—hususan an’ane-i dîniye hakkında—tamire çalışsanız, (...) hamiyetperver namına müstehak olursunuz.”
HİLMİ URAN’A YAZILAN MEKTUP - DİZİ: ALİ VAPURLU - 1
1. CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NE BAKIŞ
Bediüzzaman Hazretleri kalbe ihtar edilen ve dört siyasî zihniyeti tahlil ettiği mektubunda, Halk Partisi ile alakalı kanâatlerini şöylece ifade etmektedir:
“Halk Partisi ise: Hakikaten acib ve zevkli bir rüşvet-i umumîyi kanunlar perdesinde bazı memurlara verdikleri için, yirmi sekiz senelik bütün cinayatıyla başkaların cinâyâtı ve İttihatçıların ve mason kısmının seyyiâtları da o partiye yükletildiği halde, Demokratlara bir cihette galip hükmündedirler. Çünkü ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrutçuluklar çoğalır. Bu benlik zamanında, memuriyet hakikatta bir hizmetkârlık olduğu halde, bir hâkimiyet, bir ağalık, bir nemrutçulukla nefse gâyet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdiği için, bütün o acip cinâyetlerle ve kendinden olmayan ceridelerin neşriyâtıyla beraber bana yapılan muâmelelerinden hissettim ki, bir cihette mânen Demokratlara galip geliyorlar. Hâlbuki, İslâmiyetin bir kanun-u esasisi olan, hadis-i şerifte “Seyyidü’l-kavmi hadimühüm” (Milletin efendisi, onlara hizmet edendir), yani “Memuriyet, emirlik ise, reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır.” Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyetin bu kanun-u esasîsine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur.”1
Halk Partisi, iktidar olduğu 1923-1950 arası dönemde askerî ve sivil bürokrasiye dayanmış, onlara devletin gücünü ve imkânlarını adeta rüşvet olarak verip enaniyetlerini okşayarak, vatandaşın üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmıştır. Bu yüzden de Demokrat Parti’nin iktidarda olduğu zamanlarda bile özellikle memuriyet alanında verdiği rüşvetle bürokraside hâkim ve muktedirdi ve maddeten Demokratlara karşı iktidarını kaybetmiş olsa da mânen onlara galip geliyordu.
Üstad Hazretleri’ne ve Nur talebelerine Demokrat Parti iktidarda olduğu hâlde uygulanan zulüm ve baskılar, Bediüzzaman Hazretleri’nin “bürokrasinin CHP için bir dayanak noktası olduğu” şeklindeki kanâatini doğruluyordu.
Bediüzzaman Hazretleri, hakikat-i hâlde hizmetkârlık olarak görülmesi gereken, rüşvet ve ihsanlarla elde edilen ve ağalık müessesine dönüştüğü için Halk Partisi’nin elinde bir zulüm aleti hâline gelen memuriyetin, kanun dairesine çekilerek hizmetkârlık mevkiine dönüşmesi hâlinde, Demokratların ve dindarların rahatlayacağını ve böylelikle bürokrasinin bir güç olmaktan çıkacağını ortaya koyuyordu.
Avrupa’nın olumsuzluklarını körü körüne taklit eden, İttihat ve Terakki Fırkası’nın içindeki dine lakayt ve muhalif kısmın uzantısı olan, kuruluşundan itibaren her fırsatta siyaseti dinsizliğe âlet ederek din ve dindarlara hep mesafeli duran Halk Partisi içindeki bozuk yapıyı kastederek, “İstibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahat-i mutlaka medeniyet namını takmakla, cebr-i keyfî-i küfrîye kanun namını vermekle...”2, diyen Bediüzzaman Hazretleri, bu partinin cumhuriyet, medeniyet, kanun isimleri altında millete zorla irtidat-ı mutlak anlamındaki bir küfrî rejimi kabul ettirmeye çalıştığını nazara vermiştir.
Bu zihniyete sahip bir Halk Partisi’nin tek başına iktidara gelmesi hâlinde ise anarşizm ve Komünizm gibi her türlü dinsizlik komitelerinin kuvvetlenmesine sebep olacağını da şöyle ifade etmektedir:
“Bu asil Türk milleti ihtiyârıyla o partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek. Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Hâlbuki, bir Müslüman kat’iyen komünist olamaz, anarşist olur.” 3
Tek parti döneminde devleti idare eden CHP, ülkeyi devletçi, otoriter ve riyaset-i şahsiye anlamındaki tek adam zihniyeti ile yönetiyordu.
CHP, “altı ok” olarak tanımladığı temel umdelerinden birisi olan laikliği, birçok batılı ülkede olduğu gibi din ve vicdan hürriyetinin teminatı olarak kabul etmek yerine, dini ortadan kaldıracak bir vasıta olarak kullanıyordu. Resmî ideolojinin idame ve ikamesi adına ortaya konulan böylesi bir yaklaşım ise, milletin millî ve mânevî değerlerinde büyük bir tahribât meydana getirdi.
Onun içindir ki CHP’nin halk için halka rağmen anlayışıyla, “millî irade yaftası altında”4 ve aldatarak gerçekleştirdiği bu icraatlar, millet ile arasının açılmasına sebep oldu. Bundan dolayı bu millet, ilk kez gizli oy açık tasnifle yapılan 1950 seçimlerinden günümüze kadar, kendi ihtiyarıyla bu partiyi hiçbir zaman tek başına iktidara getirmedi.
CHP’nin millet ile arasındaki mesafeli duruşu ve milletin, millî ve dinî değerlerini önemsemeyen bu olumsuz tavrı, hem partiye hem millete hem de iman ve Kur’ân hizmetlerine büyük zarar veriyordu.
CHP idarecilerinin bu hatalı icraatları ve kendisine yapılan onca zulüm, baskı ve işkencelere rağmen Bediüzzaman Hazretleri, ahrar ve demokrat çizgisini muhafaza ederek CHP’ye karşı gayet müşfik ve yapıcı bir duruş sergiledi ve CHP’nin millet ile arasındaki gerilimi gidermesi adına tavsiyelerde bulundu.
Bu yüzden 1940’lı yıllarda CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a hitaben CHP ve idarecilerinin, inkılaplardan gelen mesuliyet ve kusurları, o inkılapların müessislerine verdikleri, İslâmiyet aleyhine attıkları adımları da tamire çalıştıkları takdir de bu çalışmalarının, geçmişteki büyük kusurları için bir kefaret olacağını, küstürdükleri millet ve İslâm âlemi ile barışabileceklerini ve hamiyetperver ve milliyetperver namına müstehak olacaklarını nazara verdiği şu mektubu kaleme aldı:
“Saniyen: Şimdi partinin kâtib-i umumîsi itibarıyla size bir hakikati beyan etmeye kendimi mecbur biliyorum. Hakikat de şudur:
Sen, kâtib-i umumî olduğun Halk Fırkasının millet karşısında gayet ehemmiyetli bir vazifesi var. O da şudur:
Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalâletten şanlı bir surette kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri!
Eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’ân’a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet eskide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakaik-i Kur’âniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size kat’iyen haber veriyorum ve kat’î hücceterle ispat ederim ki, âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet; ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlûp olup, âlem-i İslâmın kalesi ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istilâ etmesine sebebiyet verecek.
Evet, hariçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet, Kur’ân kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa, küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakayı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibâha etmesini âlet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak, ancak İslâmiyet hakikatiyle mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün mazideki şerefini İslâmiyette bulmuş, bu millet dayanabilir. Bu milletin hamiyetperverleri ve milliyetperverleri, herşeyden evvel bu mümteziç, müttehid milliyetin can damarı hükmünde olan hakaik-ı Kur’âniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas tutmak ve düstur-u hareket yapmakla o cereyanı durdurur inşaallah.
İkinci cereyan: Âlem-i İslâmdaki müstemlekâtlarını kendilerine ısındırmak ve tam bağlamak için bu vatandaki kuvvetli merkeziyet-i İslâmiyeyi dinsizlikle ittiham etmekle bozmak ve âlem-i İslâmın irtibatını mânen kesmek ve uhuvvetlerini bu millete adavete çevirmek gibi bir plânla şimdiye kadar bir derece muvaffak da olmuş.
Eğer bu cereyanın aklı başında olsa, bu dehşetli plânı değiştirip, hariçteki âlem-i İslâmı okşadığı gibi, bu merkezdeki İslâmiyet dinini okşasa, hem o da çok istifade eder, hem azîm fütuhatını bir derece muhafaza eder, hem bu vatan ve millet dehşetli belâdan kurtulur.
Eğer şimdi siz kâtib-i umumî olduğunuz hamiyetperver, milliyetperver adamlar, şimdiye kadar cereyan eden ve medeniyet hesabına mukaddesatı çiğneyen usulleri muhafazaya çalışıp, üç dört şahsın inkılâp namında yaptıkları icraatı esas tutarak mevcut haseneleri ve inkılâp iyiliklerini onlara verip ve mevcut dehşetli kusurları millete verilse, o vakit üç dört adamın seyyiesi üç dört milyon seyyie olup bu kahraman ve dindar milleti ve İslâm ordusu olan Türk milletinin geçmiş asırlardaki milyarlar şerefli merhum ordularına ve milyonlarla şehidlerine ve milletine büyük bir muhalefet ve ervahına bir mânevî azap ve şerefsizlik olmakla beraber; o üç dört inkılâpçı adamın pek az hisseleri bulunan ve millet ve ordunun kuvvet ve himmetiyle vücut bulan haseneleri o üç dört adama verilse, o üç dört milyon iyilikler, üç dört haseneye inhisar edip küçülür, hiçe iner; daha dehşetli kusurlara kefaret olamaz.
Salisen: Size karşı elbette çok cihetlerde dahilî ve haricî muarızlar var. Ben dünya ve siyasetin haline bakmadığım için bilemiyorum. Fakat beni bu senede çok sıkıştırdıkları için mecburiyetle sebebine baktım ki, size karşı bir muarız çıkmış. Eğer o muarız mükemmel bir reis bulup hakaik-i imaniye namına çıksaydı, birden sizi mağlûp ederdi. Çünkü bu milletin yüzde doksanı, bin seneden beri an’ane-i İslâmiye ile, ruh ve kalble bağlanmış. Zahiren muhalif, fıtratındaki emre itaat cihetiyle serfürû etse de, kalben bağlanmaz.
Hem, bir Müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıt altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez. Bu hakikatin çok hüccetleri, çok misalleri var. Kısa kesip sizin zekâvetinize havale ediyorum.
Bu asrın Kur’ân’a şiddet-i ihtiyacını hissetmekte İsveç, Norveç, Finlandiya’dan geri kalmamak size elzemdir. Belki onlara ve onlar gibilere rehber olmak vazifenizdir.
Siz, şimdiye kadar gelen inkılâp kusurlarını üç dört adamlara verip şimdiye kadar umumî harp ve sair inkılâpların icbarıyla yapılan tahribâtları—hususan an’ane-i dîniye hakkında—tamire çalışsanız, hem size istikbalde çok büyük bir şeref ve âhirette büyük kusuratlarınıza kefaret olup, hem vatan ve millet hakkında menfaatli hizmet ederek milliyetperver, hamiyetperver namına müstehak olursunuz.
Dipnotlar:
1- A.g.e., s.41., 1- Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s.492.., 2- Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, YAN, İstanbul, 2017, s.576., 3- Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, s.535., 4- A.g.e., s.360.
—DEVAMI YARIN—