Peygamber Efendimiz (asm), bir hadîs-i şerifinde, “Biliniz ki Allah ve Resulü müşâvereden müstağnidirler. Fakat Allah bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse doğru yoldan mahrum kalmaz. Her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz” şeklinde buyurmaktadır.
DİZİ-1: ALİ VAPURLU
Bediüzzaman Hazretleri içinde bulunduğumuz asrın müceddid-i âhirzamanı olması itibariyle hem Nur Talebelerinin hem de ehl-i imanın; imanî, içtimaî ve siyasî konularda ifrat ve tefrite düşmeden sırât-ı müstakimde ilerleyerek hem dünyevî ve hem de uhrevî saadetlerini temin etmeleri için iki esasa sımsıkı sarılmalarını tavsiye etmiştir.
Bunlardan birincisi, Kur’an’dan aldığı ilham neticesinde Kur’an’ın bu asrın idrakine uygun manevî bir tefsiri olarak telif ettiği Risale-i Nur’lar; ikincisi ise, “Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı”1 dediği meşveret ve şûrâdır.
Bu sebeple Bediüzzaman Hazretlerinin, “En büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûra-yı hakikiyeyi yapmamasıdır”2 diyerek nazara verdiği ve İslam âleminin, içinde bulunduğu içtimaî ve siyasî sıkıntılardan kurtulmasında önemli bir rolü olacak olan meşveret ve şûra hakikatinin iyi anlaşılması gerekmektedir.
Mâlum olduğu üzere istişare, bir iş ile ilgili fikir almak, danışmak manasına gelmektedir. Bu maksatla yapılan toplantılara da meşveret ve şûra denmektedir.
Peygamberimiz (asm), Cenab-ı Hakk’ın istişare ile alakalı Kur’an-ı Kerim’de emrettiği “Ve emruhum şûra beynehum (Onların aralarındaki işleri istişare iledir.)3”, “Veşavirhum fil emr (Ve işlerde onlarla istişare et.)4” ayetlerinin bir gereği olarak her konuda olduğu gibi istişare etmenin ehemmiyeti hususunda da kıyamete kadar bütün Müslümanlara örnek olmuştur
Bu konu ile alakalı olarak “İstişare eden pişman olmaz”5 ve “Meşveret eden hüsrana düşmez.”6 buyuran Peygamberimizin (asm) hayatına bakıldığında, kendi görüşlerini dayatan biri değil, aksine her işinde etrafındakilerin fikrini soran biri olduğu görülmektedir. Hemen her hususta ashâbı ile istişare eden, onların görüşlerini alan Peygamberimizin (asm) bu yönü ile alakalı olarak Ebu Hureyre (ra),“İnsanlardan ashâbıyla istişare eden kimseler içerisinde Rasûlullâh’tan (asm) daha çok istişare edeni görmedim.”7 demiştir.
Yine bir hadîs-i şerifinde, “Biliniz ki Allah ve Resulü müşâvereden müstağnidirler. Fakat Allah bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse doğru yoldan mahrum kalmaz. Her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz.”8 diyen Peygamber Efendimiz (asm), başka bir hadîs-i şerifinde de “Kim bir işe girişmek ister de o hususta Müslüman biri ile müşâvere ederse, Allah onu işlerin en doğrusunda muvaffak kılar.”9 buyurmaktadır.
Hz. Ali’nin (ra) kendisine; “Ya Rasûlullâh! Bir iş olduğunda bize (sizin aracılığınızla) vahiy geliyor. Sizden sonra hakkında Kur’ân’dan ayet inmemiş ve sizden de duymadığımız bir iş olduğunda ne yapalım?” şeklinde sorduğu bir soruya, Rasûlullâh (asm) şöyle cevap vermiştir: “(Böyle bir iş olduğunda) ümmetimden âbid olanları toplayınız ve o işi aranızda meşveret ediniz. Bir kişinin sözüyle hareket etmeyiniz.”10
Peygamberimiz (asm), her meselesinde istişare ederek ümmetine numûne-i imtisâl olduğu gibi yapılan meşveretlerin neticesinde çıkan kararlara uymak hususunda da ümmetine yine örnek olmuştur.
İbretli bir hadise
Mezkûr hususu teyit etmesi bakımından asr-ı saâdette yaşanan şu ibretli hâdiseyi nakledebiliriz:
Bedir Harbi’nden sonra müşriklerle ikinci kez Uhud’da karşı karşıya gelen müminler, bir savaş stratejisi belirlemeleri gerekiyordu. Ya düşmanı Medîne’de karşılayarak bir müdafaa savaşı verilecekti ya da müşrikleri şehir dışında karşılayarak bir meydan savaşı yapılacaktı.
Fakat Peygamberimiz (asm), bu konuyu ashabı ile istişare etmeden önce bir rüya görmüştü. Rüyasında, sağlam bir zırh içindeyken kılıcının ucu kırılıyor ve önce bir öküzün ve ardından da bir koçun boğazlandığını görüyordu.
Peygamberimiz (asm), bu rüyada geçen sağlam zırhı Medîne’de kalarak savunma yapmaya, öküzün ve koçun boğazlanmasını ashâbından bazılarının şehit edilmelerine, kırık kılıcı ise bir zarara uğrayacağına yormuştu.11 Rüyaları dahi sâdık olan âhir zaman Peygamberi (asm), gördüğü rüyadan hareketle düşmanı Medîne’de karşılayarak bir müdafaa savaşı yapmak fikrinde idi.
Peygamberimiz (asm) savaş stratejisini istişare etmek için ashâbını topladı ve hepsinin fikirlerini teker teker dinledi. Daha önce Bedir Savaşı’nda bulunmayan genç sahâbeler, Bedir’de bulunan gâzilerin nâil olduğu ecir ve sevabı, Bedir şehidlerinin ulaştığı yüksek dereceleri Resûl-i Ekrem Efendimiz’den işitmekle, o harpte bulunmadıklarından dolayı son derece üzülmüşlerdi ve onlara yetişmek için, Medîne’de kalarak bir müdafaa savaşı yapmak yerine, düşmanı Medîne dışında karşılama arzusu taşıyorlardı. Yapılan istişarede de ashâbın çoğunluğu bu yönde fikir belirtmişti.
Durum böyle olunca, Peygamberimizde (asm) kendi düşüncesinden vazgeçerek yapılan istişarenin hakkını vermek adına ve de istişare usulünü ümmetine ders vermek için çoğunluğun tercihi istikâmetinde alınan karara ittiba etti. Fakat bazı sahâbelerin, Peygamberimizin (asm) fikrinin aksine karar çıkmasına sebep olan genç sahâbeleri uyarması üzerine, genç sahâbeler o sırada istişare kararının bir gereği olarak zırhını giyip harbe hazırlık yapan Peygamberimizin (asm) yanına gittiler.
Genç sahâbelerin; “Ya Rasulallah, senin hoşlanmadığın şeyi biz de istemeyiz. Eğer Medîne’de kalmak istiyorsan kalalım.” demelerine üzerine, Peygamberimiz (asm) cevaben, “Bir peygambere zırhını giydikten sonra düşmanla çarpışmadan ve Allah onunla düşmanları arasında hükmünü vermeden zırhını sırtından çıkarmak yakışmaz.12 Sür’âtle size emrettiğim şeyleri yapmaya bakınız. Allah’ın ismini anarak gidiniz. Sabır ve sebât gösterdiğiniz müddetçe, Allah size yardım edecektir.”13 buyurdular.
Kur’an-ı Kerim’de açıkça emredilen, Peygamberimizin (asm) hayatının her alanında tatbik ederek son derece önem ve ehemmiyet verdiği; istişare, meşveret ve şûra mefhumlarına, Bediüzzaman Hazretleri de büyük önem vererek kendi zamanında nazar-ı dikkatleri şahsı yerine Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevisinin meşveretine çevirdiği gibi kendisinden sonra da şahıs merkezli bir anlayış yerine şahs-ı mânevi merkezli bir meşveret anlayışını tavsiye etmiştir.
Risâle-i Nur’u ve şakirtlerinin şahs-ı mânevîlerini tevkil eyle
Bediüzzaman Hazretlerinin mezkûr hususu şöylece nazara verdiğini görmekteyiz; “Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de uhrevî ve Kur’ânî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risâle-i Nur’u ve şakirtlerinin şahs-ı mânevîlerini tevkil eyle; o hâlis, muhlis hasların şahs-ı mânevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar.”14
Ondandır ki Bediüzzaman Hazretleri, talebelerinin Risâle-i Nur hizmetleri ile ilgili yaptıkları bir meşveret için, “Tam ve daimi bir üstad buldunuz. O manevi üstad bu âciz kardeşinizden çok yüksektir; daha bana ihtiyaç bırakmıyor.”15 diyerek meşveretlerine büyük bir önem vermiş ve bu meşveretin, ‘kendisinden çok yüksek, tam ve daimi bir üstad’ olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri bu sebeple ‘Nur talebelerinin şahs-ı mânevisinin has talebelerinin meşveretine’ verdiği ehemmiyeti, “Bundan sonra her meselemizde emir, Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevisini temsil eden has şakirtlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var”16 ifadeleri ile nazara vermiştir.
Bununla beraber istişare neticesinde ve Risâle-i Nûr ölçüleriyle alınan kararların, artık şahısların değil Risâle-i Nûr’un şahs-ı manevisinin fikri ve kararı olduğu hakikatini, Bediüzzaman Hazretleri, “Mümkün olduğu kadar geçici rüzgârlara ehemmiyet vermeyiniz, bakmayınız. Zaten mabeyninizde samimi tesanüt ve meşveret-i şer’iye sizi öyle şeylerden muhafaza eder. İçinizdeki şahs-ı mânevinin fikrini o meşveretle bildirir.”17 sözleriyle dile getirmektedir.
Bundan dolayıdır ki meşveret ve şûrayı esas alan bir mesleğin mensupları, Kur’an ve iman hizmetleri ile alakalı olarak yaptıkları her meşverette ve aldıkları her kararda, o şahs-ı mânevinin içtihadını ortaya koymaktadırlar ve yine bu sebeple de yapılan meşveretler neticesinde alınan kararlarda; isabet edildiği takdirde iki, edilmezse bir sevap kazanılır.
Bununla beraber, mezkûr izahlarda da görüleceği üzere, Bediüzzaman Hazretleri hizmetlerin yürütülmesinde ‘ferdî meslek’ anlayışını değil ‘tevatüri meslek’ anlayışını benimsemiştir.
Şahsa endeksli “ferdî meslekler” ile meşveret ve şûrayı esas alan, yanlış üzerinde ittifak etmesi mümkün olmayan bir topluluğun oluşturduğu “tevatürî mesleklerin” farkını şöylece nazara verebiliriz.
Dünyevî saltanatın, Peygamber Efendimizin (asm) mübarek nesli olan Ehl-i Beyt’e yaramadığına tarih şahitlik etmiştir.
DİZİ -1 ALİ VAPURLU
Dipnotlar: 1- Tarihçe-i Hayat s.89., 2- ESDE, s.257.,3- Şûra; 38.,4- Al-i İmran; 159.,5- Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur; c.2; s.59., 6- Taberânî, Mu‘cemü’l-Kebîr; 6: 365.,7- Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur; c.2; s.359. (İbni Ebi Hatim).,8- Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur; c.2, s.359. (İbn Adiy, Beyhaki)., 9- Alauddin Aliyyu’l-Muttaki, Kenzu’l-Ummal; 3, 409., 10- Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur; c.7; s.357 (Hatibi Bağdadi.).,11- Sîre, 3/66-67; Tabakât, 2/37-38.,12- Sîre, 3/38; Tabakât, 2/38., 13- Tabakât, 2/38.,14- Şualar, s.492., 15- Kastamonu Lâhikası, s.35.,16- Emirdağ Lahikası, s.383., 17- Kastamonu Lahikası, s.176.
—DEVAMI YARIN—