26 Temmuz 2012, Perşembe
On bir aydır beklediğimiz aziz misafir teşrif edeli bir hafta oldu. Ramazanda artık camiler daha dolu. Namazları cemaatle kılmayı tercih eden, camilere gelen mü’minlerin sayısı da hayli fazla. Gün içindeki ziyaretçileri, mukabeleyi takip edenleri ve tabiî çocukları da sayarsak bu ay her bakımdan camilerin sevincinin katlandığı, yüzünün güldüğü bir mübarek zaman dilimidir.
Cemaatle kılınan namazlar, okunan aşri şerifler, hatimler, duâlar, mevlidler, kametler, ezanlar, teravih namazları… İşte Ramazan musıkîsinin icra şekilleri. Özellikle yılda bir ay da olsa bu vesileyle camilere gelen cemaati kıraatın en güzeliyle karşılamak gerekmez mi? Cemaat halinde kılınan bir namazda imam efendinin okuyuşunun, ses tonunun güzel ve etkili olmasının, namazı eda eden o insanlar üzerindeki tesirinin ne kadar fazla olacağı tartışmasızdır. Meselâ İstanbul’da Beyazıt, Sultanahmet, Süleymaniye gibi tarihî ve merkezî camilerde kılınan namazların yeri bir başkadır. Üniversite yıllarında ders çıkışı Bayazıt’ta kıldığım namazlar ve sonrasında okunan aşri şeriflerin bıraktığı hoş etkiyi hâlâ hatırlarım. Hele rahmetli İsmail Biçer Hocanın bu camide görev yaparken kıldırdığı namazdaki kıraati ve okuduğu aşri şerifler şimdi bile kulaklarımdadır. Birkaç yıl evvel de Kılıç Ali Paşa Camii imamı iken Halil Necipoğlu’nun kıldırdığı teravihi unutamam. İşte namazda imam efendinin okuyuşu cemaatin de ibadetten daha fazla lezzet almasına yol açar. Alelacele, özensiz, okuyuşta gereken özen gösterilmeden kıldırılan namazın da etkisi ne yazık ki zayıf oluyor. Meselâ geçen akşam mahallede teravih kılmak için gittiğim camide müezzinlik görevi 4-5 kişilik birkaç genç ve küçük yaştaki çocuklara verilmişti. O çocukların özendirilmesi adına olumlu olmakla birlikte mikrofona aynı anda yüklenmeleri, bağırarak okuyuşları camiyi inletip durdu. Oysa camiye gelen bir mü'minin, yaptığı ibadetten haz alması biraz da bu detay ve önemsiz gibi görünen şeylerle de doğrudan ilgilidir. Büyük camilerin cemaatinin kalabalık olmasının bir sebebi de budur. Çünkü gerek imamları gerekse müezzinleri özellikle seçilir. Yeterliliklerinin yanı sıra ses güzelliği, tonu, ses hakimiyetine de dikkat edilir. Müezzinler bir araya gelip ses, icra, usul, makam konularında çalışmalar yaparlar.
Bakınız Osmanlı mimarisinde inşa edilen camilerde kubbe sistemi vardır. Kubbenin mimarî ve estetik yönünün yanı sıra bir de akustikle yani sesle ilgili bir başka amacı daha vardır. Bilinen bir hatıradır, ama yeri gelmişken tekrarlayayım: Süleymaniye Camii inşa edilmiş. Sonlara yaklaşılırken Padişaha haber taşır birileri. Derler ki Mimar Sinan Caminin içinde oturup nargile fokurdatmaktadır. Sultan buna kızar, ama merak da eder. Gider bakar ki gerçekten de Mimar Sinan caminin ortasına geçmiş nargile fokurdatmaktadır. Padişah, Mimar Sinan’a bunun sebebini sorar. Mimar Sinan anlar ki Padişaha birileri bilerek veya bilmeyerek yanlış bilgi vermiştir. Padişaha, aslında nargile içmediğini, nargile fokurtusunun kubbelerdeki yansımasını dinleyip akustikle yani sesin kulağa gelişi ile ilgili teknik bir tesbit yaptığını söyler.
Bu tür camilerde hoparlör dahi kullanmaya gerek yoktur. Müezzin efendinin sesi bütün camiyi bu sayede doldurabilir. Bu küçük örnekte göstermektedir ki ibadethanelerde sesin ulaşması, herkesin duyabilmesi son derece önemlidir. Bu da, camilerde kılınan namazlarda, mevlidlerde, okunan aşri şeriflerde, ilahilerde güzel sesin ne kadar mühim olduğunu göstermektedir. Bediüzzaman Hazretlerinin söylediği ‘’Güzel gören güzel düşünür güzel düşünen hayatından lezzet alır‘’ vecizesi bu gerçeğin bir delili olmakla, güzel dinleyen, güzel duyan kişiler de hayatından, ibadetinden, dinlediği Kur’ândan daha fazla lezzet alacaktır.
Okunma Sayısı: 2062
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.