Vaktiyle bir arkadaşımdan dinlemiştim.
Aklımda kaldığı kadarıyla anlatayım. Bir genç ney çalmayı öğrenmeyi çok istiyormuş. Ancak babasından korktuğu için ve zaten kendisine kesinlikle müsaade etmeyeceğini bildiğinden babasından gizli ney üflemeye, öğrenmeye çalışırmış. Ne kadar dikkat etse de zaman zaman yakalanır ve babası da neyi öfkeyle kırıp ateşe atarmış. Yine eve erken geldiği bir gün baba, oğlunun kaldığı odadan bir ney sesi geldiğini duyar. Kapıya yaklaşır. Dinlemeye başlar. İçeride çalan bir ney değildir sanki. Adeta büyülenmiş, neyin o sesi içini yakmış, eritmiştir. Kapıyı açar, içeri girer. Babasını gören çocuk korkuyla neyine sarılıp ‘’Baba ne olur ney’imi ateşte yakma yine‘’ diye yalvarır. Ancak babanın eski halinden eser yoktur. ‘’Evlâdım’’ der. ‘’Hakkını helâl et. Ben daha önce bir cahillik ettim neyini ateşte yaktım. Amma bu ney de beni çok fena yaktı. Üfle evlâdım neyini üfle‘’.
İşte yüzlerce ney hikâyesinden biri buydu. Dinleyip de içi yanmayanımız, diyar diyar gitmeyenimiz var mıdır bilmem. Özellikle dinî müziğimizin temel sazıdır ney. Dinleyeni manevî iklimlere götürür, deryalara daldırır ve getirir. Hazreti Mevlânâ’da ‘’Dinle Ney’’den diyerek başlamıyor mu Mesnevîsine.
“Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned
Kez neyistân tâ merâ bübrîdeend
Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend”
Yani
“Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
Ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan
Erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir”
Ney, birbirine eşit dokuz boğumdan ibaret, kuru, içi boş bir kamıştır. Ağız tarafında Başpare adı verilen kuru boynuzdan yapılmış bir ağızlık konur. Ney’ler akordlarına göre çeşitli uzunlukta olur. Esas Ney Mansur denen akordadır. Ney’lerin akordu Mansur’dan itibaren değiştikçe uzunlukları kısalır; pestleştikçe (kalınlaştıkça) boyları uzar. Ses genişliği genellikle üç oktav olup ağız kısmından dip tarafına kadar 26 eşit kısma bölünmüştür. Bunlardan 16, 17, 18, 20, 21, 22. bölümlerine birer delik, ayrıca 13. kısmın arka tarafına da bir delik açılmıştır.”
Neyzenler arasında en makbul kamış, Şam’ın kuzeyinde (Aynî Zerka) denen yerde yetişen kamışlar olduğu söylenir. Uzun zaman üflenerek rengi gittikçe koyulaşır ve elli seneden fazla kullanılmış Ney’ler, koyu kırmızı bir renk alır.
Ney’ler “Esas Ney’ler”, “Mâbeyin (Ara) Ney’ler”, “Nısfiyeler” olmak üzere üçe ayrılır. Ney kelimesinin anlamı Farsça kamış demek olan “Nay” kelimesinden kaynaklanır. Türk ve İslâm ülkelerinde bu sazı çalanlara “Neyzen, Nayzen” ya da “Nayî” gibi isimler verilir.
Fuzûlî,
“Ney gibi her dem ki bezm-i vaslını yâd eylerem
Tâ nefes vardır kuru cismimde feryâd eylerem” der.
Evliya İstanbul’da tanıdığı, dinlediği neyzenler hakkında şu bilgileri verir. “…Bu neyzenlerin şerefrâzı Beşiktaş Mevlevîhânesi’nin şeyhidir. Mevlevî Derviş Yusuf’un ney çaldığını işitenlere ol kadar rikkat-i kalb hasıl olur ki, zarûri-i büka ederler. Bunlardan başka yüz altmış kadar daha vardır…”
Mısırlılar, Ney’lerin doğru tutularak üflenenlerine (Mam) yâhud (Mem), eğri tutularak üflenenlerine de (Sebi) adını vermişlerdi. Bir lügat kitabı olan (Burhan-ı Kat’ı) adlı eserin Ney maddesinde şu izahat vardır: ‘’Ney, saz aksamında maruf düdüktür. Arabî’de Mizmar denir; Battal, Şah Mansur, Girift, Çığırtma ve Kaval da aynı ailedendir. Nay-i Türkî, bazıları katında (Sur-Nay)dır ki, Türkî’de tahrif ile Zurna dedikleridir. ‘’
XV. yüzyıl Türk müverrih ve mûsikîşinaslarından Ahmedoğlu Şükrullah, şu mâlûmatı vermiştir: (…Mizmar diye bir Nay’a derler ki, ol Nay’ı iki parçadan düzerler. Mizmar’ın aslı şu Nay parçasıdır ki, ol ağaçtan düdükleri Nay’ın onun üstüne bağlayalar ve ilâh… )
Ney için şiir yazan bazı şairlere bir kulak verelim:
Meselâ 17. Yüzyıl başlarında Azmî-zâde Hâletî;
“Ey vâkıf-ı râz-ı aşk olan ârif-i can
Ney gibi seninle bî-zeban söyleşelim‘’ derken ney’in dilsiz bir saz olduğunu söylemek istiyor.
Yine 17. yüzyılda Cevrî;
“Âteş veren derûnuna ehl-i muhabbetin
Sûz-i figânımı nefes-i nây vermemiş”
Şeyh Galip’den (1757-1799)
“Edvâr-ı nevâ-yı gam pervânede kalmıştır.
Mansûr o peşrevde ser-hânede kalmıştır”
der. İsimleri unutulanlarla bugün kullanmakta olan bazı ney türlerini Sünbülzâde Vehbî şu beytinde bir araya toplamış:
“Tutturup yâni aşiran-ı acem perdelerin
Kurrenây-ı kalemi eyledi şâhnây-ı sühan
Divan şâiri Sâbit ise bu sazı daha değişik bir açıdan ele almış:
Bir neyzene üftâde olup dâire bekef
Âlüfte makamında hevâ-yı nây’e düştüm
Şeyh Galip Dede’ye göre ney ve kudûm sesi her türlü duyguyu dile getirebilecek güçtedir:
Sûr mu, mâtem mi bilinmez yakîn
Nây u kudûm ile gelir âh! …âh