Bediüzzaman Said Nursî Muhakemat’ın Birinci Makale Birinci Mukaddeme’sinde; Kurân-ı Kerîm ’’kelime-i vahid hükmünde olan kelâmullah’’ diyor. Demek ki; Cenab-ı Hakk’ın mukaddes kelâmı Kur’ân-ı Kerîm 6.666 âyetiyle Kelime-i Şehadet getirerek, Cenab-ı Hakk’ın tevhidine şahitlik etmektedir. Demek Allah’a iman; hem nur, hem kuvvettir.
Mektubat’ın Yirmi Altıncı Mektup Dördüncü Mebhas’ında “Hem ‘Sübhanallah’ diyen, hangi milletten olursa olsun, Cenâb-ı Hakk’ı takdis ettiğini anlar. İşte bu kadar kâfi gelmez mi?” diyor ve bize de soru soruyor (Dikkat edilirse yalnız Risale-i Nur’a mahsus olan cevabı içindeki soru). Demek ki, Allah’ın kelâmını, her din ve her dilden ve kâinatta bulunan her mevcudat anlamaktadır.
İşte Risale-i Nur’un en mühim “Her suale cevap verilir, fakat sual sorulmaz’’ hakikatidir. Zaten Üstad’ın da İstanbul’da Şekerci Han’ında odasının kapısındaki levhada “Her suale cevap verilir, fakat sual sorulmaz’’ yazısını yazdırdığı biliniyor.
Şuâlar, Birinci Şuâ’da (İşareti Kur’âniye Risalesi); denildi ki:
Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’ânî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazen hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î birtek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zatlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir’’ diyor ve arkasında hem izahı ve hem de ispatı vardır. Demek ki yalnız hay olanlar değil, meyyit olanlar da anlıyorlar. Yani yalnız yaşayanlar değil; ölü olanlarda anlıyorlar.
“Peki ya biz niye anlayamıyoruz?’’ diyen ve sonra da anlamak için (!) de başka eser ve tefsirlere ya da meale müracaat edenlere; Zübeyir Gündüzalp’ın “Anlamanın tek çaresi, Nurlar’la baş başa kalıp, zihnî cehd sarfederek tekrar tekrar okuma sevgisiyle payidar olmaktır’’ 1 sözüdür.
Hem Bediüzzaman Said Nursî’nin Sünûhat’ ta, “Cumhuru bürhandan ziyade me’hazdaki kudsiyet imtisâle sevk eder’’ diyor.
Mektubat’ ta Yirmi Altıncı Mektup İkinci Mebhas’ ta; “Me’hazın kudsiyeti çok bürhanlar kuvvetinde te’sirat gösteriyor; onun ile ahkâmı umuma kabul ettiriyor’’diyor.
Mektubat Yirmi Altıncı Mektup İkinci Mebhas’ta; “Cumhur-u avamı, burhandan ziyade, me’hazdeki kudsiyet imtisâle sevk eder’’ diyor.
İşte bu mehazın kudsiyetindendir ki; hangi dilden, hangi dinden ve hangi milletten olursa olsun; Ezan-ı Muhammed’iyi (asm) işiten ve dinleyen ve Kelime-i Şehadeti getirenler buna İslâmiyet’i seçiyor ve şehadet ediyorlar ve arkasından da ihtida ederek Müslümanlıkla müşerref olmaktadır.
“Peki ya musîbetlerin ve felâketlerin lisanı hangi dildendir?’’ diye bir soru sorulursa şayet; âcizane ve âmiyane derim; “lisan-ı hal’’dendir. Şayet bu lisanı öğrenmek ve inanmak isteyen varsa; halk arasında dillerinden düşmeyen ibretli ve her musîbetzenin ‘’Minareden düşenin halinden ancak minareden düşen anlar’’ darb-ı meselidir. Demek ki, musîbetler ve felâketler “hal lisanıyla’’ konuşuyorlar.
Çünkü “Kur’ân’dan gelen o Sözler ve nurlar, yalnız aklî mesail-i imaniye değil, belki kalbî, ruhî, hâlî mesâil-i imaniyedir. Pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlâhiye hükmündedirler’’2
Risale-i Nur’u anlamak isteyen en evvel kendini ve nefsini hedef ittihaz (hedef) kabul ederek; kendine hitaben okumalı. Bediüzzaman Said Nursî’nin Birinci Söz’ün başında dediği gibi “Çünki, ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum’’ diyor.
Sözler’de Yirmi Birinci Söz İkinci Makamında; “Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez’’ diyor.
Evet, Bediüzzaman Said Nursî Lem’alar Yirmi Birinci Lem’a’sında yani İhlâs Risalesi sonunda “Bir Kısım Kardeşlerime Hususî Mektuptur’’da; “Bir sene bu Risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem ki Risale-i Nur Şakirtlerinin bir şahs-ı mânevisi var, şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir’’…diyor.
Zübeyir Gündüzalp da Konferans’ta, “Kur’ân-ı Kerîm’in manası bilinmese de, okunduğu dinlendiği zaman ruhlarda nasıl ki manevî ve derunî bir tesir husûle gelir. Zira kelâm Allah kelâmıdır.
Bu Kelâmullahdaki ve İslâmiyet’teki mananın kudsiyetidir ki, Türkler İslâmiyet’le cihangir oldular, kıt’alar, beldeler fethettiler. Bin seneden beri İslâmiyet’in bayraktarlığını yapmaktadırlar. Aynen öyle de, Kur’ân’ın bu asırda yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur’daki bazı bahisleri başlangıçta tamamen anlamasanız da, onun manevî tesiri ve manevî feyz ruh ve kalbinize nüfuz eder, manâ âleminizi istilâ eder; kat’iyen istifadesiz kalmazsınız. Ve kalmıyoruz. (...) Bunun için, bazı lügatların manalarını söyleyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdaldir’’ diyor.
Nihayet Bediüzzaman Said Nursî’nin Sözler’de Yedinci Söz’ün sonunda “Kur’ân kâinatı okuyor! Onu dinleyelim:
O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve on vird-i zeban edelim. Evet, söz O’dur. Ve O’na derler. Hak olup, Hak’tan gelip Hak diyen ve hakikatı gösteren ve nuranî hikmeti neşreden O’dur…’’ diyor.
Dipnotlar:
1- Konferans s. 101.
2- Hizmet Rehberi s. 33.