Anlaşılan odur ki hiç kimse şimdiye kadar dünyada olup bitenlerden ibret dersini almamıştır. Aklı başında herkes bütün bu olup biten yaşanmış olanlardan ders çıkarabilir. Çünkü artık din adamlarının nasihatleri pek kimseye tesir etmiyor.
Sözler ve fiiller birbirini tasdik edemediğinden inandırıcı olunamıyor. Sonra yapılan duâların da tesiri görülmüyor. Belli ki bir yerlerde sıkıntı var. Hadiseler anbean baş döndürücü şekilde gelişiyor.
Dindarlar artık inandırıcılığını kaybetmişlerse bilinmelidir ki; başımızda manevî bir musîbet var demektir. Çünkü insanlar ve bilhassa Müslümanların bütün helâketi ve felâketi bir arada beraber yaşamaktadırlar.
İnsanın başına gelen “ceza (ise) ameli cinsindendir.’’ Çünkü Bediüzzaman Said Nursî telif ettiği Risale-i Nur Külliyatı’nda Lem’alar isimli eserin Üçüncü Lem’ası’nda; “Asıl musîbet ve muzır musîbet dine gelen musîbettir. Musîbet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryat etmek gerektir’’ 1 denilmektedir.
Yine aynı eserin Yirminci Lem’ası ya da İhlâs Risalesi’nde ise konu ile alâkalı Kur’ân-ı Kerîm’in Zümer Sûresi 2-3. âyet mealleri ise şöyle geçmektedir. “Muhakkak ki Biz sana kitabı hak ile indirdik. İbadetini ihlâs ile O’na yönelerek sadece Allah’a kulluk et. Bilin ki, şirkten ve riyadan uzak hâlis din Allah’a mahsustur.’’ 2 denilmektedir.
Yine aynı eserin yine İhlâs Risalesi yani konuyla alâkalı Yirmi Birinci Lem’a’sı’nda geçen Kur’ân-ı Kerîm’in 41. âyeti meali ise şöyledir: “Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin. Ve yalnız Benden korkun, yasaklarıma karşı gelmekten sakının’’
Bu ve buna benzer birçok âyet ve hadisle Cenab-ı Hakk’ın (cc) kesin emirleri tenbih ve tehditleri ve din adamları tarafından yapılan nasihatları hiçbirisi tesirini gösteremiyorsa ve dindarlar da ne kadar samimî ve ciddî de olsalar hiç te inandırıcı olamıyorlarsa elbette ki bütün ‘sıkıntı’lar bu emir ve yasakları ‘nasihat’ olarak yapmakla vazifeli din adamları ve din görevlilerine aittir.
İşte bunun için Diyanet’in hiç zaman geçirmeden Risale-i Nur moduna girmesi gerekir. Çünkü camilerde okunan Cuma hutbelerine dikkat edilirse şayet; hutbenin bittiği en son âyeti olan Nahl Sûresi 90. Âyetindeki Türkçe mealinde; “Allah adaleti, iyilik yapmayı ve iyi kullukta bulunmayı, akrabaya ikram etmeyi emir eder. Fuhuşiyâtı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Allah, düşünüp ibret almanız için size böylece öğüt verir” emri buyrulmaktadır.
Bazı camilerde Cuma hutbelerinde imamların bir kısmı bu meal metnine bağlı kalmayarak; “fuhuşiyâtı’’ kelimesini ‘her türlü kötülüğü ve çirkin işleri’’ sözleriyle değiştiriyor. Yani hiç ‘fuhuşiyat kelimesini telâffuz etmiyor.
İşte Hutbe’nin en can alıcı yeri ve bir sonraki haftanın hutbesine kadar insanlara tebliğ ve tembih edilen Allah’ın (cc) emir ve yasakları ve tehditleri değiştirilirse elbette o ibadetin içine şirk girer. Çünkü “Duâ, ibadetin ruhudur ve halis bir imanın neticesidir.’’ 3
Onun içindir ki, Bediüzzaman Said Nursî bu meseleyi Risale-i Nur Külliyatı’nda iki müstakil Lem’a’nın konuları olarak telif edilmişlerdir.
Hutbe, Allah’ın (cc) tebliğ makamıdır. Peygamber Efendimiz (asm) hadis-i şeriflerinde “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim’’ (Muvatta, Husnü’l Halk, 8; Müsned, 2/381) diye buyurmaktadır.
İşte bunun içindir ki, Muhakemat’ta şöyle denilmiştir: “Ahlâktaki ifrat ve tefrit ise, istidadatı ifsad ediyor. Ve şu ifsad ise, abesiyeti intaç eder. Ve şu abesiyet ise, kâinatın en küçük ve en ehemmiyetsiz şeylerinde mesalih ve hikemin riayetiyle âlemde hükümfermalığı bedihî olan hikmet-i İlâhiyeye münakızdır.’’ 4
Çünkü ‘‘fuhuşiyât’’ fiili ahlâktaki ‘normal’ hali değil; “Ahlâktaki ‘ifsad’ edilmiş hali demektir.
Dipnotlar:
1- Lem’alar Üçüncü Lem’a.
2- İhlâs Risaleleri s. 30. (cep boy).
3- Mektubat Yirmi Dördüncü Mektup s. 508.
4- Muhakemat Üçüncü Makale (Mukaddeme).