Bediüzzaman Said Nursî Divanî Harb-i Örfî ya da İki Mekteb-i Musîbetin Şehadetnamesi eserinde; “Milletin kalp hastalığı zaaf-ı diyanettir; bunu takviye ile sıhhat bulabilir” diyor. 5 Mart 1325 (18 Mart 1909).
Günümüzün tıb ilminin teşhişine göre; “Kalbin çalışmasını sağlayan elektrik sistemi mevcuttur. Kalbin ritmi öncelikle Sinüs Düğümden çıkan elektrik uyarıları ile oluşur. Bu kalp kası (myo kard) kendi başına kasılma özelliğine sahiptir.’’ Fakat kalbin çalışmasını sağlayan elektrik sistemi elektrik enerjisini nereden ve neye göre ve nasıl sağlandığı belirtilmiyor.
Sonra da “Kalbin Sinüs Düğümü adı verilen noktasından çıkan düzenli uyarılar özel bir iletim yoluyla kalp kas hücrelerine ulaşır’’ deniliyor.
Halbuki Bediüzzaman Said Nursî ise geçen asrın başında, “Mariz Bir Asrın, Hasta Bir Unsurun, Alil Bir Uzvun Reçesi Veyahut Saykalü’l– İslâmiyet veya Bediüzzaman’ın Muhakemat’ı dediği eserin Sekizinci Mukaddeme de; “Biz ehl-i haliz, Namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müdddea, zihnimizi işba’ etmiyor. Bürhan isteriz’’ diyor ve her dediğini de delilleriyle hem izah hem de ispat etmiştir.
Yani insanın kalbi sevinç ve kederi, neşe ve üzüntüyü, öfke ve heybeti, korku ve dehşeti, fırtına ve sükûneti ya da huzur ve rahatı, havf ve recayı yani korku ve ümidi iyi ya da kötüyü, hayal ve hakikati inişli ve çıkışlı sinüzüdal dalga boyutlu ritmik hareketleri yani kalbe ait duygu ve lâtifeleri tıptaki diliyle Elektro Kardiyo Grafisi (EKG) ile tesbit etmektedir.
Ama bu kadar karmakarışık kalp dünyasına ait duygu ve lâtifeleri birbiriyle uyum içinde dengede muhafaza etmek ve aynı duygu ve lâtifeleri bir yerde bir arada birbiriyle birlik ve beraberlik içinde yaşatmak çok düşündürücü ve meraka değer ve dikkat çekicidir.
Çünkü bazen oluyor ki; bu dünyadaki ahengin bozulmasıyla kalp yetmezliği ve kalp krizi sebebiyle; kalp ve kalbin durması neticesi; insanın dünyasını başına yıkıyor. Yani “Her insan ölmesiyle zaman Kıyameti başına kopması” sözüne masadak oluyor.
İşte Bediüzzaman Said Nursî’nin, tıpkı Muhakemat’ta işaret ettiği gibi, aynen geçen asrın başında Münâzarât’ta da bu hakikate şöyle işaret ediyor. “Lâkin ittihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizac-ı efkâr, marifetin şuâ’-ı elektriğiyle olur”1 diyor.
Muhakemat’ta ise; başta işaret ettiği gibi bu hakikati şöyle izah ve ispat ediyor: “Kalbinde nokta-i istimdad, nokta-i istinad ile vicdan-ı beşer Sâni’i unutmamaktadır. Eğer çendan dimağ ta’til-i eşgal etse de, vicdan edemez. İki vazife-i mühimme ile meşguldür. Şöyle ki: Vicdana müracaat olunsa, kalp bedenin aktarına neşr-i hayat ettiği gibi… kalp gibi kalbdeki ukde-i hayatiye olan mârifet-i Sâni’ dahi; cesed gibi istidadât-ı gayr-i mahdude-i insaniye ile mütenasip olan âmâl ve müyul-ü müteşa’biye neşr-i hayat eder; Lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast temhid eder. İşte nokta-i istimdad… (...) Demek şu iki nokta bu derece nizam-ı âlemde hükümfermâlık, hakîkat-i nefsü’l- emriyenin hâssa-i münhasarası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan vücud-u Sâni’ tecelli ediyor. Akıl görmezse de fıtrat görüyor… Vicdan nezzardır, kalp penceresidir.’’
İşte yaşama sevincini isteyen ve kalbin değerini bilmek isteyenler için iman ve küfür mukayesesi dersini bundan alabilir. İsterse bu kitabı okuduktan sonra denizin kenarında tefekkür için giderek; kıyıya vuran deryanın sinüzüdal dalgaları ve hakikatini ve hikmetini Cenab-ı Hakk’a imanıyla doyasıya lezzet katabilir.
Dipnot
1- Münâzarât s. 247-8.