Gazze halkına yapılan zulüm karşısında sessiz kalmanın ötesinde İsrail’e koşulsuz şartsız destek olan bazı Batı ülkeleri haklı olarak aylardır eleştiri altında.
Ayrıca “evrensel insan hakları” kavramı da ciddi bir şüpheyle karşılanmaya başladı. Bunun en önemli sebeplerinden biri, şu an haklı olarak eleştirilen Batılı devletlerin evrensel insan haklarını yıllardır “medeniyet kulübünün kuralları” olarak sunması. Bu iki yüzlü tavır, bazı kesimlerde, anlaşılabilir sebeplerle, insan haklarının dünya üzerindeki Batı tahakkümünü aklamaya çalışan, içi boş bir siyasi kuram olduğu fikrini oluşturdu.
Bu fikrin tamamen haksız olduğunu dile getirmek mümkün olmayacak çünkü gerçekten de “insan hakları”nın, zulmü meşru göstermeye çalışanlarca slogan olarak kullanıldığı bir gerçek. Ancak kavramın kendi üzerine yoğunlaşırsak, hem evrensel insan haklarının önemi kendini gösterecek hem de vicdanlı bireyler ve onların oluşturduğu sivil hareketlerin bu kavramı nasıl yararlı şekilde kullandığı ortaya çıkacaktır.
Avrupa ve ABD bazında düşünüldüğünde, ekseriyetle “sol” veya merkeze yakın siyasi hareketler tarih boyunca insan hakları kavramlarını kullananlar olmuştur. “Sağ” veya “aşırı sağ” akımlar ise daha çok bu kavrama mesafeli olmuştur. Günümüzde de Avrupa ve ABD’de bu akımların göçmen karşıtı ve çoğulcu toplum anlayışına karşı olduğu düşünüldüğünde, bu tarz “sağ” akımların evrensel insan haklarını adeta bir düşman kavram olarak algıladığı ve evrensellik yerine zümreci yaklaşımlar benimsediği anlaşılacaktır.
Peki, bu bağlamda Batılı “sol” ve “merkez” hareketler ne yapıyor?
Siyasi partiler ve liderler bu açıdan son derece hayal kırıklığı yaşatacak tavırlar almaya devam ediyor. Yani, sözde evrensel haklardan bahsetmeye devam ederken İsrail savaş makinasına destek veriyorlar ve uluslararası ve ulusal insan hakları kuruluşlarının çağrılarını aylardır göz ardı ediyorlar. Ancak unutmamak gerekir ki insan haklarının gerçek sahibi hep sivil toplum olmuştur ve bu da Batıda devam ediyor. Özellikle genç insanlar, Gazze’de meydana gelen soykırımın sona ermesi için ve hükümetlerinin bu açıdan harekete geçmesi için bir araya geliyorlar. Üniversitelerde kamplar kuruyorlar, protestolar düzenliyorlar, sokaklarda seslerini duyuruyorlar. Bu gençler, dünya genelinde artan adaletsizliklere karşı harekete geçmekten çekinmiyorlar ve evrensel insan haklarına olan bağlılıklarını, din, dil, ırk ayrımı yapmadan sürdürüyorlar.
Örneğin, Londra’da, Paris’te, New York’ta ve Berlin’de üniversite öğrencileri Gazze’deki insanlık krizine dikkat çekmek için çeşitli etkinlikler düzenliyorlar. Bu etkinlikler, sadece protestolarla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda Gazze’deki durumu daha geniş kitlelere anlatmak için bilgilendirme toplantıları, panel tartışmaları ve film gösterimleri de gerçekleştiriliyor. Öğrenciler, sosyal medya üzerinden kampanyalar başlatarak küresel bir farkındalık oluşturmaya çalışıyorlar. Bu çabalar, sadece üniversite kampüsleriyle sınırlı kalmıyor; liselerde ve mahalle topluluklarında da benzer etkinlikler düzenleniyor.
Bu gençler, dayanışma ve empati temelinde hareket ediyorlar. Farklı inanç ve kültürlerden gelen insanlar, ortak bir insanlık bilinci etrafında birleşiyorlar. Gazze’deki masum sivillerin çektikleri acıları sonlandırmak için gösterdikleri çaba, evrensel insan haklarının ne denli güçlü bir ilke olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Özellikle sosyal medyanın gücünü kullanarak, dünyadaki pek çok kişiye ulaşmayı başarıyorlar ve bu sayede Gazze’deki durum hakkında geniş kitleleri bilgilendiriyorlar.
Bu çabalar, insan haklarının sadece bir slogan olmadığını, aksine tüm insanlık için geçerli ve vazgeçilmez bir değer olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Gazze’deki durumun sona erdirilmesi için gösterilen bu çabalar, evrensel insan haklarının ne denli önemli olduğunu bir kez daha kanıtlıyor ve bu hakların savunulması için her bireyin sorumluluk taşıdığını hatırlatıyor.