Günümüzde memlekette sadece siyasî kirlilik yok, aynı zamanda bilgi kirliliği vardır. Bu da önemli bir kavram kargaşasına sebep olmaktadır. Özellikle son günlerde siyasî tartışmalarda iki kavram karıştırılmaktadır: ‘Otoriter’ ve ‘diktatör’ olmak…
Otoriter yönetici, yetki ve gücünü meşrû bir kaynaktan alır. Otoriter demek ‘meşrû gücünü sonuna kadar kullanan’ demektir. Bu normaldir, hatta yer yer iyidir.
Diktatör (dictatura) kelimesi ise Lâtince emir veren, dikte eden anlamına gelir. Yani diktatör olan yönetici yardımcılarına veya bütün görevlilere neyin nasıl olacağını dikte ettiren, söyleyen veya emredendir. Yardımcılarına yetki devredip idarî eylem ve işlem yapma imkânı vermez. Onların yerine de hareket eder. Dolayısıyla tek kişi yönetimi olduğu için kendisinden başka görevlere getirilmiş olanlar tamamen sembolik ve iş olsun kabilindendir.
Günümüzdeki diktatörlük anlayışının klâsik diktatörlerden farkı gücünü Anayasal ve yasal düzenlemelerle almaları, icabında siyasî bir parti lideri olarak ortaya çıkmaları, devlet içerisindeki diğer politik ya da sosyal faktörlerin etkisiyle sınırsız bir liderlik imkânı kazanmaları ve böylece mutlak güç sahibi olmalarıdır.
Diktatör yönetici, toplumun ve bireyin rızası olmadan, yani bir nevi dayatma yoluyla;
Birden fazla hayat tarzına ve dünya görüşüne tahammül etmez veya yer vermez,
İnsanların hayatını her yönüyle kontrol eder,
Herkesin isteği, talebi ve görüşünün tersine bir yönetim tarzı sergiler,
Makyavelist bir yaklaşımla hedeflerine ulaşmak için her türlü meşrû ya da gayri meşrû yöntemleri kullanmayı veya savunmayı mübah görürler.
Diktatörlüğün bazı çeşitleri vardır:
Bunlardan birisi ‘ideolojik’ diktatörlüktür. Bu, en üst düzey yöneticinin bütün yetkileri kendisinde toplamasıdır. Mutlak ve katı bir liderlik söz konusudur. Bu tür diktatörler partisinde de tek yetkilidir. Genelde tek parti sistemi vardır ve demokrasiden söz edilemez. Bu diktatörlük çeşidi nazizm ve faşizmde görülmüştür ve bu tür diktatör örneği Hitler’dir.
Bir de ‘askerî diktatörlük’ vardır. Burada, yönetim ordudadır. Genellikle siyasî partiler bulunmaz. Bu yönetimler genellikle bir ‘askerî darbe’ sonucu kurulur ve darbeyi yapan komutan bir tür diktatörlük uygular. Tipik ‘askerî diktatörlere’ örnek olarak Libya’nın eski diktatörü Kaddafi verilir.
Diğer bir tür diktatörlük türü de ‘müşfik’ diktatörlüktür. Bu tür diktatörler toplum tarafından ‘sevecen’, hatta ‘hayırsever’ olarak görülebilir. Bunlar sadece kendi kişisel veya küçük bir grubu yararını değil, toplumun bütününün de yararını gözetebilir. ‘Müşfik’ olarak nitelenen diktatörler referandumlar yoluyla bazı demokratik kararların alınmasına izin verebilirler, fakat genellikle demokratik rejimleri ‘disiplinsiz, dağınık, verimsiz ve bozuk’ olarak kabul ederler. Bu tür diktatörlere örnek olarak Napolyon Bonapart ve eski Yugoslavya diktatörü Tito gösterilir. Bu tür diktatörlük, genellikle otoriteryenlikle karıştırılır.
Türlü türlü diktatör olunca, bir çok lider bunlardan herhangi birisine uyabilir. Dolayısıyla çok katı veya az katı, hata ‘sevecen’ diktatörler olabilmektedir. Fakat bütün diktatörlerin ortak noktaları veya diktatörü diktatör yapan, ya da onları ‘otoriter’ yöneticilerden ayıran özellikler vardır. Bunlar;
Her konuda tek başına karar vermeleri, yani yardımcılarına yetki devretmemeleri,
Hiçbir zaman partisi ve devlet yönetiminde gücünü kimseyle paylaşmamaları,
Güçlerinin asla bitmeyeceğine inanmaları, böyle bir ihtimalin bile varlığını kabullenememeleri,
Alternatiflerinin olmadığına ve dolayısıyla toplumun kendi liderliklerine muhtaç ve mecbur olduğuna inanmalarıdır.