Bugün yine bir 12 Eylül. Ama önceden de vardı ve sonradan da olacak. Maalesef. Birileri unutturmuyor.
Türkiye’nin darbeler tarihini çok eskilere de götürmek mümkün ama 27 Mayıs 1960 darbesi çağdaş darbeler tarihimizin ilki sayılabilir.
12 Eylül darbecilerince kaldırılmadan önce 27 Mayıs, “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” idi! İşte size ironi tarifi.
12 Eylülcüler bir bayram ilan etmediler. Ama onun yerine birçok delilik icat ettiler. Böylece “deliye her gün bayram” kuralından faydalanır olduk!
“Ne mutu Türküm diyene/diyebilene” bile o dönemin renovasyon türünden icadıdır.
Bugünkü toplumsal cinnet hallerimizin ve bilhassa kamusal münafıklığın ve sistematik kafa karışıklığının kaynağı işte bu “gizli bayram” halidir. (Örnek: Malatya’da bir tarikat şeyhinin müze-türbesinde M. Kemal ve Erdoğan portresi yan yana!)
Zira 12 Eylül’ün bu memlekete en büyük “armağan”ı “ANAP zihniyeti”dir.
12 Eylül öncesinde demokratların lideri Demirel’in hırslı bürokratı olan ve 12 Eylülden sonra demokratların elinden alınıp kamulaştırılan siyasi araziye gecekondu yapmak için darbecilerden ruhsat(!) alıp siyaset sahnesine de çıkan “Kenan Evren’den icazetli” Turgut Özal, hayrıyla ve şerriyle bir fenomendir.
Özal’a “dört eğilimi birleştirmek” iddiasıyla kurdurulan Anavatan Partimsisi, Kasım 1983’teki iktidarından itibaren, 12 Eylül darbesinin genetik takipçisi olarak, darbecilerin siyasi mecraları ve siyasi cereyanları tahrip etme ve siyasetin tabiatını bozma projesini –bile isteye- sürdürmüştür.
Amerikanvari yönetim anlayışının da tesiriyle devletin geleneklerini yıkma ve devleti fonlar eliyle ve denetimsiz yani “kendi şirketini yöneten patron gibi” yönetme anlayışı bugüne ve geleceğe onun mirasıdır.
Dinî cemaatleri basit rüşvetlerle çirkin siyaset havuzuna alan ve sivil din hizmetlerinin genetiğini bozan da odur.
Özal gitti, ANAP bitti. Bu doğru. Ama onun nifakçı mirası olan “ANAP zihniyeti” yadigâr kaldı.
“Nifak anayasası” denmeye layık 12 Eylül Anayasasının münafıkane ideoloji anlayışını değiştirebilmek için samimi demokrat entelektüeller çok çalıştı.
Bu işin fikrî öncülüğünü Yeni Asya, siyasi liderliğini Demirel yaptı. Şartları çok zorladı. AB sürecini de manivela yaptı ve kısmen başarılı da oldu.
Ama sonrasında, bilhassa 2002’deki AKP iktidarından bu yana, anayasanın ve kanunların ideolojiden arındırılması için hiçbir şey yapılmadı.
Hayır, hakkını da yemeyelim, havanda epey su dövüldü ama sonra o su da buharlaştı!
Düşününüz ki 1981 tarihli Yükseköğretim Kanununun 4. ve 5. maddelerindeki eğitimin Atatürkçü amaçları halen de yerinde duruyor.
Yarın öbür gün, bir rektör, üniversitesinde okutulacak ders kitaplarını bu amaç doğrultusunda yeniden yazdırmak için bir proje başlatsa, bu çağda o kanunu uygulamış olacak. Yükseköğretim Kurulu dahil kimse itiraz edemeyecek.
Milli Eğitim Bakanlığı açısından da durum pek farklı değil. 1973 tarihli Milli Eğitim Temel Kanununun 2. maddesinde Haziran 1983’te yapılan ve halen yürürlükte olan değişikliğe göre “Türk Milli Eğitiminin genel amacı” şu:
“Türk milletinin bütün fertlerini Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasa’da ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı … yurttaşlar olarak yetiştirmek.”
Bu ideale(!) ulaştık mı?
ANAP-AKMHP iktidarları sayesinde evet.
Zira Özal-Erdoğan benzerliği neyse ANAP-AKP benzerliği de odur.
7 Kasım 1982’de anayasa referandumunda da “evet” demiş olan %91,37’lik ekseriyetin torunlarına hayırlı olsun!
Özetle, “Erdoğan gidecek, AKP bitecek”. Ama AB üyeliği idealiyle ve gerçek demokratlar eliyle tam demokrasi ligine terfi edemediğimiz sürece bu millet ve yakın coğrafyası, daha çok seneler, “her gün bayram” modunda yaşamaya devam edecek.