Putin ve totalitarizmi hakkında yazdığımız seri yazı umduğumuzdan daha büyük ses getirdi ve çok değerli yorumlarla bereketlenip süslendi.
Serinin ilk yazısında şu cümleye de yer vermiştik:
“Umumi ve siyasi hürriyetlerin olmadığı bir ülkede ahlakın devlet eliyle korunması kime ne ifade eder?”
Yazı serisine gelen yorumlarda bu cümle bazı okuyucuların dikkatini çekti. Biraz daha açalım:
Herhangi bir devlet hakkında kanaat beyan ederken ya da hüküm verirken, sayıca az ama entelektüel kalite itibariyle belirli bir seviyeyi yakalamış insanların o devleti nasıl algıladığına bakmak gerekir. Zira geri kalan çoğunluk ya sadece yaşar ya da olayları ve ilişkileri entelektüel azınlığın çizdiği çerçevenin içinde kalarak algılar.
Bugünün devletleri genellikle zahirî bir kuvvete ve saltanata dayanır. Vatandaşların ve ilişkili yabancıların büyük çoğunluğu, devletin kurallarına müeyyidesinden korktuğu için uyar ve bir süre sonra bu o insanlarda meleke haline gelir: “Bu kural bana ve uyuyorum” der.
Devletin emir ve yasaklarına içinden gelerek ve samimiyetle sahip çıkıp tabi olanların oranı ve etkisi ne kadar artarsa devlet o ölçüde “sahiplenilen” devlettir.
Diğer ifadeyle, bir devlet, vatandaşları tarafından ne ölçüde “sahiplenilen devlet” ise koyduğu kurallara içtenlikle uyma nisbeti de o ölçüde artar.
Sahiplenilen devlet, yabancılar için aynı zamanda imrenilen ve vatandaşı olunmaya çalışılan devlettir. Dünyada dolaşan pasaportların kalitesi konusundaki fark bunu gösterir.
Buna karşılık müeyyide korkusu ile kendisine tabi olunan devletlerin vatandaşları çoğunlukla başka ülkelere kaçmaya çalışır.
Devletin koyduğu kuralların belirlenmesinde vatandaşların ekseriyetinin rızasının alınması o kuralların gönüllü uygulanabilirliğini artırır. Rıza ne kadar artarsa kuralın uygulanma ihtimali de o ölçüde artmış olur: Vatandaş “bu kural benim bana kuralım, bu sebeple uyuyorum” der.
Yüksek rıza ile belirlenmiş kuralların çokluğu, vatandaşın devletten memnuniyet seviyesinin de artması demektir.
Yüksek rızanın sürekli hale gelmesinin adı demokrasinin kurumsallaşmasıdır. Demokrasi muhalefetin meşru olduğu rejimdir.
Devletin ahlak ve hürriyetle ilişkisine gelince…
Sosyal hayatta tezahür eden ahlak prensipleri bir yönüyle içseldir ve insanın iç dünyasına aittir. Ama bir yandan da topluma ve dolayısıyla devlete aittir. Bu sebeple ahlak hem inanç ve dinle ve hem de hukuk ve devletle ilgilidir.
Öte yandan hukuk kurallarının çoğu ahlak kurallarına atıf yapar. Böylece ahlaka aykırılığı hukuka da aykırılık haline getirir ve ahlak kuralları hukuki müeyyideye kavuşturulmuş olur. Bu her devlet için böyledir.
Ancak hangi ahlak kuralının hukuka da aykırı sayılacağı konusunda devletler arasında tercih farklılıkları vardır ve bu normaldir.
Ahlak kurallarının tümünü kaldırmayı düşünecek bir devlet olmaz ama liberalizm ya da özgürlükçülük adına diyerek ahlaksızlığı tavsiye ve terviç edip yaygınlaştıracak bazı devletler bulunmuştur ve bulunabilir.
Buna karşılık ahlaksızlığı kanunla engelleme konusunda haklı olarak “ileri giden” bazı devletler de bulunmuştur ve bulunabilir.
Ancak bu çözümün toplumun ahlakını gerçekten yükseltebilmesi için, bu maksatla konulan kuralların gönüllülük ve sahiplenme esasına olabildiğince uygun şekilde belirlenmiş ve benimseniyor olması gerekir.
Bunun için ise bilhassa bu çağda, müzakere ve toplumsal mutabakat kültürü yani demokrasi şarttır.