Binlerce yıllık bir geçmişi olan Anadolu insanı manevî ve kültür değerlerinden aldığı ilham ve tecrübelerle, bazen bir kitapta ifade edilebilecek kadar mana yüklü bir hakikati, aynen yazımıza başlık olan cümlede görüldüğü gibi, bir cümlede ifade edip işin içinden çıkıyor.
Kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha’dan teşekkül eden ve edille-i şer’iye adı verilen İslâm hükümleri doğrultusunda, büyük âlimler, iman rükünlerinin en zor anlaşılanı olan kader meselesini izah etmeye çalışmışlardır.
Burada özet olan kulun bir şeyi isteyip yapma iradesiyle ilgili olan cüz’î iradesi ve Yüce Yaratıcı’nın, kulunun irade ettiğini yaratmasıdır. Bir diğer ifade ile dilemek insandan, yaratmak Allah’tandır. Böyle olmasa imtihan sırrı bozur, kul fiilinden mesul olmazdı.
Büyük dâhilerin çözmesinde âciz kaldığı kader ve haşir vb. yüce hakikatleri bir gazete makalesiyle çözeceğini iddia etmek mümkün değildir. Burada bizim öncelik ve referansımız, yukarıda bahsettiğimiz deliller doğrultusunda Kur’ân Hakikatleri Risale-i Nurların ifadeleridir.
Yukarıda bahsettiğimiz kadere kadîlik meselesi, kaderin kazaya dönmesindeki cüz’î irade ve alınacak tedbirlerin hissesi olsa gerek.
Ben yarım asrı geçen ömrümde ne zaman kader konusunda sıkışıp tereddüt etsem, Büyük Kur’ân Müfessiri Bediüzzaman’ın Kur’ân ve hadislerden ilhamen söylediği şu sözün limanına demir atarak rahatlarım:
“Her şey kader ile takdir edilmiştir; kısmetine razı ol ki rahat edesin.”
Ayrıca, başıma gelenlerde kendime sorduğum, “başıma gelenlerde benim dahlim ve hissem nedir?” suâline ise, Peygamberimizin (asm), “ Ayağına bir diken batsa bile sebebini kendinde ara!” ikazıyla birlikte, aynı Peygamber varisinin, “İnsanlar zulmeder; kader ise adalet eder” sözünü rehber edinerek, “Acaba ben daha önce ve şimdi ne yaptım ki, kader benim hakkımda bu hükmü verdi?” diye kendimi kader hakikatinin şefkat ve adâletli kollarına bırakırım.
Burada şu hakikati aslında bütün insanlığa ilân ve tebliğ etmek de boynumuzun borcudur. Büyük âlim ve dâhilerin çözmesinde ve izahında naçar kaldığı kader ve haşir gibi iki hakikati ve daha akla gelebilecek her türlü sualleri, zamanımız olan ahir zamandaki dehşetli ihtiyaç karşısında, Kur’ân ve Hz. Rasulullah’tan (asm) aldığı ders ve ilhamla ve din ve fen ilimlerini birlikte mezcederek büyük İslâm dahi ve mütefekkiri Hz. Bediüzzaman çözmüştür.
Hani atalarımız derler ya: “Halep oradaysa arşın buradadır.” Bu büyük iddiayı Bediüzzaman 130 parça ve 6000 sayfayı aşan çağımızın Kur’ân tefsiri Risale-i Nurlar’da bizzat kendisi yapmıştır.
Bunlardan Haşirle ilgili Onuncu Söz’ü, Kaderle alâkalı Yirmi Altıncı Söz’ü dikkatle okuyup mütalâa edenler bunun böyle olduğunu göreceklerdir.
Bu ve benzeri suâllere ve daha bir çok suale mukni cevaplar, bilgi çağının Kur’ân tefsirinde ve bilgi teknolojisinin bir tuşu kadar yakınımızda.
Bize düşen ise, bunlara okuyup anlayarak tereddütlerimizi giderip, âhiretimize ciddî hazırlanmak ve en yakınımızdan başlayarak, ulaşabildiğimiz her yere ve her gönüle bu hakikatleri ulaştırmaktır.
Bu konuda müşevvikimiz ise Yüce Peygamberimiz’in (asm), “Seninle bir kişinin imanının kurtulması, senin için sahralar dolusu kırmızı koyun ve deve tasaddukundan daha hayırlıdır” müjdeleridir.
Çünkü bu günün sekiz milyara yaklaşan insan sayısıyla, başta ülkemiz ve İslâm âlemi olmak üzere dünyanın bir çok ülkesinde on milyonlarca insan Risale-i Nurlarla imanlarını ve buna bağlı olarak, dünya ve ahiretlerini kurtarmaktadırlar.