“Mü’minlerin kalplerinin Allah’ı ve O’nun tarafından indirilen hakikatleri duyarak, haşyet hissedip, yumuşayıp, daha derin bir dirilişe erme vakti hâlâ gelmedi mi?” (Hadid Sûresi, 57.)
İslâm âlemi, belki de şu andaki içler acısı durumu gibi, tarihin hiçbir döneminde böyle tali’sizlik yaşamamıştır.
Dinin gösterdiği ufuk ve konum ile yani olması gereken yer ile şimdi durduğu seviye arasındaki farkı bile idrak edecek, görüp değerlendirecek durumda olmaması insanı cidden üzmektedir.
Gayret ve hamiyetini yitirmiş, ne dâvâ derdi, ne fikir sancısı, ne üretici bir düşünceye sahip.
Aksine düşmanlarına karşı modern bir dilenci, fakirlik içerisinde kıvranan ve cehaletin hüküm sürdüğü bir atmosferde yaşamaktadır.
Oysa İslâmiyet faziletli olmayı, onurlu yaşamayı, ilmî keşifler yapmayı hem teşriî hem tekvini emirleri yerine getirmeyi fıtrat ve âdetullah kanunlarına imtisali emretmektedir.
İşte bu dinamiklere, dinin bu ölçülerine baktığımızda bütün İslâm memleketlerinin her yanı ile mamur olduğunu, cennetvârî şehirlerin, umutlu, gayretli ve temiz insanların bulunduğu, ilim peşinde koştuklarını ve hiç yorulmadan çalıştıklarını düşünüyor ve bekliyorsunuz.
Fakat, İslâm dünyasının içinde olduğu maddî ve manevî vaziyet, hiç de olması gerektiği gibi değildir.
İçlerine atılan fitne tohumlarını büyütmekten, miskinlik ve cehaletten başka bir görüntü içinde olmayan âlem-i İslâm, aslında ciddî bir silkelenmeden ve temizlenmeden geçiyor. Başındaki musîbetler inşaallah uyanmayı netice verip, âlem-i İslâm’ı olması gereken yere getirecektir.
Dünyadaki itibarımız da maalesef negatif bir konumda.
Bütün bunlara rağmen hiç olmazsa, birbirimizle barışık yaşamayı becerebilsek, fakat ne mümkün.
Avrupa, ürettiği kin, nefret, düşmanlık, tarafgirlik gibi bütün dünyanın huzurunu ve saadetini bozacak tuhaf şeyler pazarlamaktadır.
Bütün bu dünya manzaraları karşısında insan, “artık her şey daha kötü olacak, bu dünyadan hayır gelmez” gibi ümitsizlik batağına düşebilir.
Evet, iman ve inanç problemi olan bir insan için bu durum normaldir.
Nasıl olsa her şey daha kötüye gidiyor gibi yeis üreten düşünceler, elbette insanda ne şevk, ne hamiyet ve azim bırakacaktır.
Fakat, bu dünyada, bu yaşananlara rağmen azmini, ümidini hiç yitirmeyenler, elinden gelen hizmeti şevkle yapanlar, dâvâ uğruna her türlü fedakârlığı göze alanlar, vatanı ve milleti için çalışanlar, fikrî ve ilmî derinliklere vakıf olanlar da hiç de az değildir.
Nitekim, dünyanın rengini değiştirecek olanlar kalitesiz çoklar değil, nitelikli azlardır.
Hasılı, şu İslâm coğrafyasının görünen manzarasının insanlığa verecek müsbet bir katkısı yoktur. Çünkü rengi ve deseni bozulmuş bir manzara şeklindedir.
Bu yüzden bu görüntüyü değiştirmek ve dinin bize emrettiği hem teşrii hem tekvini emirlere imtisal edip, dünya üzerinde olması gereken konuma gelmesi şarttır. Bunun için de yeniden hakikat, ilim ve araştırma aşkının uyanmasına, dinin vicdanlarda tam manasıyla hissedilip yaşanmasına, tesanüde, hizmete, şevke, azim ve gayrete ihtiyaç vardır.
Topyekûn bir insanlık olarak uyanmamız, sûr sesine bağlanmamışsa, inşaallah bir gün bizler de dirilip uyanacağız.