27 Ekim Pazar günü İstanbul’un mücevher camilerinden biri olan ve Ensar’dan bir Sahabeyi konuk eden Eyüp Sultan Camiinde Yeni Asya İstanbul ve Asya Kültür Medeniyet Derneğinin organize ettiği mevlid vardı.
Peygamber Efendimiz (asm) başta olmak üzere bütün peygamberlerin, Sahabelerin, hususan Bediüzzaman Hazretleri ve ahirete göçen Risale-i Nur Talebelerinin sair ehl-i iman ve şühedanın ruhlarına ithafen okutulan mevlide çok farklı kesimlerden insanlar da misafir oldular. Mevlidimiz inşallah onların Risale-i Nur ve Bediüzzaman ile tanışmalarına vesile olur.
Süleyman Çelebi’nin mevlidini oturmuş dinlerken hayalim yıllar öncesine gitti. Çocukluğumda mevlid merasimleri benim için masal dünyasına yolculuk gibiydi. Beyaz, oyalı namaz tülbentleri takan teyzelerden hafız olanlar Kur’ân ve mevlid okur, gülabdanlardan ikram edilen gül suyu eşliğinde, lokum tatlı gibi hoş gıdalar takdim edilirdi. Atmosfer büyüleyiciydi. Babaannemin omuzuna yaslanıp sabun kokulu namaz tülbentini koklayarak kimi zaman yarı uykulu ninni gibi dinlerdim. Lise yıllarımda mevlid-i şerif benim için ne Kur’ân, ne de dua olan, parça parça anlayıp kelimelerine çok aşina olmadığım güzel nağmeli bir melodiydi, çekiciydi. Yaş kemale erdiğinde Risale-i Nur ile daha sıkı muhatap olduğumda ise mevlid-i şerifin her kelimesi, her mısraı âdeta Siyer-i Nebî gibi beni etkiledi. Hele Pazar günü belki de ruh halimin tesiriyle Süleyman Çelebi’den aktarılan bölümlerle mevlid benim için hayatımın sayılı fotograflarından biri oldu. Tesbihin tanelerini çeker gibi mevlidin her dizesini kana kana okuma ve dinleme kararı aldım. Bursalı Mevlid-i Şerif yazarına bin rahmet…
Mevlid sonrası dostlarla mini sohbet akabinde camiden hemen ayrıldım.
Mevlide iştirak eden kardeşler de sonradan telefon paylaşımlarından anladığım kadarıyla uhuvvete vesile olan bu organizeden pek memnun kalmışlar. Piyer Loti keyfi yapıp, kabristan ziyaretlerinde bulunmuşlar: Zübeyir Gündüzalp, Sadullah Nutku, Mustafa Polat, Bekir Berk, Mehmet Kutlular… Allah kabul etsin.
Bense eve gitmek için bindiğim otobüste ayrı bir hikâye yaşadım. Yanlış park eden bir araba yüzünden hareket edemeyip başka otobüse aktarma yapılınca Haliç’in yoğun pazar günü trafiğinde yol her zamankinden çok fazla uzadı. Şoför öfkeli, yolcular sinirli karşılıklı atışınca çocuklar da ağlamaya başladı. Bense “Acaba ne hata yaptım da kadere fetva verdirdim bu ortam için?” tefekkürüyle çantamı karıştırmakla meşgulken elime bir kardeşin 5-6 tane verdiği mevlid ikramlarının sevimli paketleri geldi. Önce arka koltukta dedesinin kucağında ağlayan miniğe paketi uzattım. Paketin süslemeleri, altın yaldızlı kurdelası, Bediüzzaman’ın resmi çok ilgisini çekmiş olmalı ki evirip çevirmeye başladı. Yol boyunca da paketi açmadan süsleriyle meşgul oldu. (Çok ilginç değil mi?) Diğer arka koltuktaki açık hanım ise mevlid şekeri paketini sevinçle aldı. “Tansiyonum, şeker değerlerim oynadı sinirden. İstinye’den geliyorum. Bugün camileri ziyaret etmek istedim güya hale bak! Ne güzel bir ikram oldu bu. Kimse kimsenin nasibini almaz. Kısmet işte. Dünyada tesadüf diye bir şey yok” deyip hemen paketi açtı, atıştırmaya başladı. Paketin üzerindeki resmin kime ait olduğunu sordu. Bediüzzaman deyip birkaç cümle anlatmaya başlayınca “Büyük insan olduğu belli zaten resminden” dedi. Daha arka koltukta oturan yarı Almanca yarı Türkçe konuşan genç çift de (otobüs aktarma yapmadan önce çifte kumrular olarak tam karşımda oturuyorlardı ve konuşmaları gerçekten çok ilginçti!) mevlid paketlerini sevinerek aldılar. Ne konuştuklarını duyamadım, ama yaşadıklarım gerçekten beni etkiledi.
Trafik açıldı. Şoför ve yolcular sakinleşti. Sanırım günlerce lokum paketleme işiyle uğraşan kardeşlerimin ihlas ve samimiyeti iksir gibi hepimizi etkilemişti.
Velhasıl İstanbulumuz mevlidde güzel bir gün yaşadı. Organizede emeği geçen tüm kardeşlerimizi ve ağabeylerimizi tebrik ediyoruz…