Nasipte bu yaz İstanbul hanımlarıyla birlikte ailecek Barla’ya gitmek varmış. “Mekanın ruhu vardır” denir ya her Barla ziyaretinde farklı şeyler öğrenmek kendi iç dünyamızla birlikte Barla’yı da farklı yüzleriyle tanımaya çalışmak keyifli.
Aile okuma grubunun maskotu diye düşündüğüm Azra vesilesiyle de Hz. Maşita (ra) ile tanıştım. Nasıl mı?
Bediüzzaman’ın mekanlarını ziyaret için bindiğimiz minübüste yer kalmayınca annesinden kısa bir süreliğine ayrı düşen Azra “Peki ben şimdi saçlarımı kime ördüreceğim?” diye sordu.
Sümeyye kardeşimiz: “Tabiî ki saçlarını ben öreceğim. Hem de balık sırtı. Önden alıp arkaya kadar toplaya toplaya öreceğim. Çok güzel olacak. Ben de kızımdan öğrendim. Kızım kuaförlük kursuna gidiyor. Neler öğrendim neler” deyince Azra çok sevinerek onun önüne oturuyor ve saç örme işlemi başlıyor. Bu küçük olay çok güzel bir sohbete de vesile oluyor.
“Peygamberimiz (asm) zamanında kadınların kişisel bakımlarıyla ilgilenen bir kadın Sahabe varmış. Saç, kına vs. işlerini yaparmış” deyince Sümeyye “Firavun zamanında da yaşayan Hz. Maşita (ra) vardı. Firavunun kızının bakımıyla ilgilenirdi. Bir nevi kuaförlük de yapardı. Firavunun zulmüne uğradı sonra” deyince Azra’nın Hz. Maşita ile ilgili soruları ardarda sıralanıyor. Arkadaşlar da “Hiç duymamıştık. Araştıralım” diyorlar. İstanbul’a dönünce ilk işlerimden biri araştırmak oluyor. Hakkındaki bir sahih hadis şöyle:
Hz. Maşita (ra)
“Miraca çıktığım gece, bir yerde çok güzel bir koku aldım. Kokunun ne olduğunu Cebrail’e sordum. Dedi ki: ‘Bu koku Firavun’un kızının berberi olan kadının ve çocuklarının kokusudur.’ Olayın aslını soruduğumda, Cebrail şöyle dedi:
‘Bu kadın bir gün Firavun’un kızının saçını tararken, tarak elinden düştü. [Onu yerden alırken, gayr-i ihtiyarî] Bismillah dedi. Firavun’un kızı “Babam mı? (onu mu kastediyorsun?)” deyince, kadın: “Hayır! Benim kastettiğim benim de senin de babanın da Rabbidir” diye cevap verdi. Firavun’un kızı: “Bunun babama söylerim” dedi. Kadın da “Evet, söyleyebilirsin” dedi. Kızı bunu haber verince, Firavun kadını çağırdı: “Kadın! Benden başka senin bir rabbin mi var?” diye sorunca, kadın: “Evet, benim de senin de Rabbi Allah’tır” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Firavun, inek şeklinde bakırdan yapılmış bir heykelin eritilmesini, kadın ve çocuklarının oraya atılmasını emretti.
Kadın, Firavun’dan bir isteği olduğunu söyledi. Firavun isteğinin ne olduğunu sordu. Kadın: “Benimle çocuklarımın kemiklerini aynı örtüye sarıp bizi birlikte defnetmeni istiyorum” dedi. Firavun: “Bu, senin üzerimizdeki hakkındır, bunu yaparım” dedi.
Firavun’un emriyle, çocukları bir bir kadının gözleri önünde o ateşte eritilmiş bakır çukuruna atıldılar. Nihayet sıra emzirme çağında olan bebeğe gelince, annesi dayanamadı, oldukça gerildi. Bunu gören bebek [Allah’ın izniyle konuşmaya başladı ve] “Anne korkma, atla! Çünkü dünyanın işkencesi ahiretin işkencesinden daha hafiftir” dedi ve kadın da atladı. [Hakim’in rivayetinde: “Bebek: Anneciğim sabret, şüphesiz sen hak yoldasın, dedi. Ve nihayet kadın bu çocuğuyla birlikte oraya atıldılar” şeklindeki ifadeye yer verilmiştir.]’
İbni Abbas (bu hadisi anlattıktan sonra) ekledi: “Dünyada şu dört bebek konuşmuş: Yusuf’un şahidi, Cüreyc’in sahibi, Meryem oğlu İsa ve Firavun’un kızının berberinin oğlu” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/30-31) (Kaynak: https://sorularlaislamiyet.com/)
HÜLÂSA
Dinler tarihindeki saliha hanımlarla fıtrî şekilde tanışmak çok öğretici. Hele de çocuklar için. İleriki dönemlerde hayatın denizinin dalgaları arasında unutsalar bile zihinlere ekilen tohumlar gibi duydukları iyi-kötü bilgileri kayda geçiriyorlar. Onun için çocukların bulunduğu ortamlarda konuşmalarımıza hususî ihtimam gerekiyor.
(Bizim Aile dergisi Eylül 2024 sayısından alınmıştır)