Ramazan ayının girmesine sayılı günler kala sosyal-görsel medyayı bir sancı tutar ve ilahiyatçılara, profesörlere kameralarını çevirip, mikrofonlarını uzatarak sanki ağır bir yükmüş gibi Ramazan ayının şeairlerinden olan Teravih namazının olup olmadığına dair görüşlerini alıp neşrederler.
Risale-i Nur’da “Ulemâ-i sû,” yani kötü âlimler olarak tesmiye edilen bir çok insan, şöhret kapısı kendisine aralandığını fark ettiği anda kendi indî, hissî görüşünü serrişte ediverir ve sâfi zihinleri bulandırır. Biz bugünkü yazımızda şu İslâm dininin Bânisine, Kur’ân’ın Dellâlına, Tebliğcisine (asm) kulak verip, bu işin aslını hakikati nazara vereceğiz ki şüpheler izale olsun, setredilsin. Abdurrahman bin Avf (ra) rivayet ediyor: “Şüphesiz Allahu Teâlâ Ramazan orucunu farz kıldı. Ben de size Teravihi sünnet kıldım. Öyle ise kim ki, îman ederek ve sevabını kesin olarak Allah’tan bekleyerek gündüzünü oruçlu, gecesini de ibâdetle geçirirse, bu geçmiş günahlarına keffâret olur.” (İbni Mâce, İkâme: 173; Neseî, Sıyam: 40; Müsned, 1:191, 195)
Ramazanın faziletine inanan ve o mübarek gecelerin sevap ve feyzinden istifade etmek isteyen bir Mü’min sevabını Allah’tan umarak teravih namazını kılarsa, hem bir sünneti ihya etmiş olacak hem de Peygamber Efendimizin (asm) izinde olduğunu âleme ilân edecektir. Bu namaz Ramazan ayı boyunca yatsı namazının farzı ve son sünneti kılındıktan sonra vitir namazından önce kılınır. İbni Ömer’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Gece kıldığınız namazınızın sonuncusunu vitir yapınız.” (Buhârî, Salât 84, Vitir 4; Müslim, Müsâfirîn 151) Peygamber Efendimiz (asm) zamanında Teravih namazının bazen sekiz rek’ât olarak kılındığı rivayet edilmiştir. (Tecrîd Ter., IV, 86-87) Ferdi olarak kılınırken hulefa-i Râşidin döneminde ise hususan Hazreti Ömer zamanında Hz. Ömer’in danışma meclisi üyelerinden Übey İbni Kâ’b, Hz. Ömer’in emri ile Teravih namazlarını cemaatle kıldırdığı muhtelif hadis kitaplarında geçmektedir. Hz. Ömer, Übey b. Ka’b’ın, (ra) Teravih namazını yirmi rekât olarak kıldığını ve Rasûlüllah (asm) döneminde münferiden kılınan bu namazın cemaat halinde kılındığını gördüğünde: “Bu ne güzel bid ât” demiştir. (Muhammed Revvâs Kal’acî, Mevsüatu Fıkhı Umar b. el-Hattâb, Kuveyt 1984, s. 125)
Hem Ramazan ayı Kur’ân’ın nazil olduğu ay olması, merhamet, sabır ve ibadet ayıdır. Onun içine derc edilmiş bulunan hususî ibadetlerden fıtır sadâkası, zekât malî durumla ilgilidir ve bunları malî gücü yeten mü’minler yerine getirirken, yirmi rekâtlık Teravih namazını ise yolcu olmayan mukim, sağlığı yerinde olan insanlar yerine getireceklerdir. Yirmi rekâtlık sünnet teravih namazını ihya eden bir mü’min neyi kaybedecektir veya kılmayıp bir sünneti terk edenler neyi kazanacaklardır bir teraziye vurulsa hakikat ortaya çıkacaktır.
Ramazân-ı Şerîfin Terâvih vaktinde, kemâl-i neş’e ve sürur ile, heveskârâne şarkıları dinleyip, ya da yirmi iki kişinin yuvarlak meşini tepelerken veya filan siyasiyyun ne demiş, bugün kim kime hakaret etmiş vs. merak ve tarafgirlik, zulmüne şerik olmak adına radyo ve televizyon karşısında vakit zayi etmek, kime ne kazandıracaktır? Peki, ne yapmalı öyleyse, önce farzlarla, sonra vacip ve sünnetlerle, kaza namazları, ardından nafileler, tesbihler, zikirler, şükürler, duâlar ve Kur’ân tilâvetleriyle, iman hakikatlarının okunması dinlenmesi, hadis sohbetleriyle vakti değerlendirilip, surî amellerle zayi edilmemelidir.
Ebû Hureyre’den (ra) rivayetle: “Ümmetimin bozulduğu bir zamanda benim sünnetime sımsıkı sarılan kimseye yüz şehid sevabı vardır” buyuruyor Efendimiz (asm). (Taberânî’nin Evsafından).
Kim şu zamanda yüz şehid sevabı kazanmak istemez. Öyleyse, haydin Teravih namazını eda etmeye. İster cemaatle kılın isterseniz kendi kendinize yeter ki kılın, bu kadar sevaptan mahrum kalmayın.