İsterse Almanya Yeşiller ittifakı olsun, isterse turuncu devrimlerin takipçileri, isterse Kürtler adına çalıştığını iddia edenler, ister Bişkek gül devrimini yapanlar veya Tiflis sokaklarını Sakaşvili ile işgal edenlerin renkleri olsun…
Hatta Arap Bahar’ında Tahrir’i kan çanağına çevirenlerin renkleri hep “ KIZILDA” noktalandı. Burada, Avrupa’daki bütün “Yeşiller Hareketinin” Marksist Kürt partilerini birer çalışma organı gibi telakki ederek maddî-manevî desteği her an vermeleri, hem yoldaşlıkta ve hem de organizede beraber olduklarını gösteriyor.
2021’den geriye doğru baktığımızda; bütün bu ihtilâllerin bir merkezden idare edildiğini ve bu maksada yürüyen bütün parti, dernek, uluslararası kuruluşlar ve hareketlerin dünya çapında kızıllarca organize edildiğini, maalesef sisler dağıldıktan sonra anlayabildik. Bu yazımızda, söz konusu siyasi partileri kısmen demokrasiye geçmiş ülkelerde kurup, oradaki demokratik düzene müdahale eden küresel cereyanlarla, başta yeşiller olmak üzere onların coğrafyalara göre türevleri olan diğer hareketlerle irtibatlarını; zaman, mekân, hadise ve sonuçları dörtgeninde ele almaya çalışacağız.
Semavî dinlerle mücadele, yaratılış kanunlarına itiraz, kontrolleri dışındaki her düzene başkaldırım, mümkün olduğu kadar dünyadaki savaşlara enerji sağlama, bilhassa ahlâksızlığı teşvik ve insaniyeti bitirme gibi hedeflere kilitlendiklerini eserlerinden anlıyoruz. Bu hususta Bernard Heinrich Freienstein’in yazılarını tavsiye ederim. Fikirlerini dünyaya hâkim kılma uğrunda her türlü yolu mubah gören bu zihniyetin en önemli hedeflerinde “İNSANÎ HÜRRİYETLER, DEMOKRASİLER VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ” gibi değerleri manipule olduğunu da biliyoruz. Demokrasiye, kendilerince demokratik yöntemlerle müdahale için “ siyasî partileri” kuruyorlar. Milletlerin demokrasi yolundaki birliklerini parçalayarak milletin arasına tefrika sokmak ve demokrasiye çalışan kuvvetli parti veya tarafları zayıflatarak; müdahale edilecek hale getirmenin önemli bir hedefleri olduğunu günümüz Almanya’sındaki “YEŞİLLER” ile demokrasi yolunda sarsıntı geçiren ülkelerin bu paraleldeki partileriyle daha iyi anlıyoruz.
Troçki’nin, hocası Parvus Efendi’den miras aldığı “DEVRİMDE DEVAMLILIK” ilkesinin bir şartı da, elbette demokrasilerdeki istikrarsızlıktı. Meselâ, Almanya’da CSU ‘nun o zamanki lideri Franz-Josef Straus’a rağmen “ YEŞİLLER” hareketini destekleyen Helmuth Kohl, bu Marksist hareketin yardımıyla SPD’ yi on altı sene boyunca minder dışı bırakmayı başarmıştı. Bu mesele zamanın medyasına yansımış, meşhur politikacının “Yeşil hareketinin mahiyetini” fıkravari anlatan teşbihleri de tarih sayfalarındaki yerini almıştı. Mahiyetleri kızıl komünizm olduğunu ifade ile onlara “KARPUZ PARTİSİ” demişti, Bayernli politikacı. Global liberal kızıllar, Yeşillerle SPD’ yi zayıflatarak Kohl’ün önünü açmışlardı.
Kohl’ün şakirdesi Merkel’i incelediğinizde; aynı oyun ve üslupla, Neoliberallere bir yirmi sene daha kazandırdığını görüyoruz.
Hedefin; kızıl hareket karşısında parçalanmış, AB’nin kuvvetten düşmüş ve demokrasisi zayıflamış Almanya’sı olduğunu söylersek, malûmu i’lâm etmiş oluruz.
Meseleyi biraz daha net anlayabilmeniz için kızıl devrimlerdeki devamlılığı; yani Neoliberallerin İngiltere, Amerika, Almanya ve Türkiye’de iktidara gelmelerindeki eş zamanlılığa( 1980 sonrası) dikkatinizi çekmek istiyoruz. Ülkelere, halklara, kültürlere ve coğrafyalara göre “global devrimce” dizaynlar yapıldığı belli değil mi? Almanya ve Türkiye’de muhafazakâr, Amerika’da tek kutuplu “Büyük Amerika” ve İngiltere’de Popper’in biricik şakirdesi Margaret’in önderliğinde “liberal yeni dünya ekonomisi” vitrinleriyle çıkan bu ihtilâlcilerin sivil olduklarını, sessizce ve iz bırakmadan yürüdüklerini ve dünyanın tüm coğrafyalarında, yüksek burslarla en kaliteli üniversitelerde yetiştirdikleri elemanlarıyla yapılandıklarını daha şimdi anlıyoruz.
Türkiye’de 12 Eylül 1980 de gerçekleştirdikleri devrimi ebedileştirmek üzere kullandıkları malzemenin 1990 ların ortalarında bitmesi üzerine bildiğimiz üzere; milleti “BALANS AYARINA“ yatırmışlardı. Ve bu defa devrimlerini AKP ile devam ettireceklerdi. Esas inisiyatifin On iki Eylül’den itibaren Kemalist-Marksist ittifaka geçtiğini kimse inkâr edemiyor. Merhum Kutlular Ağabey’in kulaklarımızda halâ çınlayan sözünü okuyucularımız hatırlarlar. O zamanlar mahiyeti tam ortaya çıkmamış bu kızıl harekete, Atatürkçülüğü ülkede besmele yaptınız, diyordu.. Bu müthiş bir tespittir. Ve sonra vazifeli paşaların beyanları… Bu devrim (12 Eylül kast ediliyor) bin sene devam edecek diye, gazete manşetlerinde konuşuyorlardı. Demokrasiyi Türkiye’de önleme meselesinde; global Marksist sermayece kurulan “GENÇ PARTİ” unsuru unutulmamalı ve Demokratların başlarına musallat edilenlerin demokrasi karşıtı çalışmaları da yabana atılmamalı.
Bahsini ettiğimiz siyasetçilerin yukardaki vesayetle vazifelerini ifa ettikleri, yine buradan daha net görülüyor. Burada şahıslara takılmadan, global dinsiz Marksist cereyanının demokrasiye karşı hem Avrupa’da ve hem de Türkiye’de yaptığı tahribatların çetelesini çıkarmak gerekiyor.
Avrupa’nın sermaye ve teknolojisinin ekseriyetle Çin’e kaçırıldığı dönemler Kohl ve Merkel dönemleridir. Eğitimin, sosyal devletin, adaletli dağılımını insanî değerlerin ve dünya barışının ayaklar altında çiğnendiği, Hıristiyan Demok- ratlarla AB’ nin elleri-kollarının bağlandığı dönemdir.
Ahlâksızlığın kanunla korunma altına alındığı ve şahsiyetli Alman vatandaşının, çöp kutularındaki bira şişelerine muhtaç bırakıldığı dönemler; Kohl ile başlanıp Merkel ile zirveleşen dönemlerdir.
Türkiye’de yaşanan fecaatleri, Kemalist-komünist devrimin “ Siyasal İslâm İktidarları” altında yaptıkları dehşetli tahribatları bu güne kadar demokratlar bir rapor halinde kamuoyuna anlatamamışlarsa, bu da o devrimin meydana getirdiği “ hipnozdan” ileri geliyor.
Durağanlık devrimi ölüme götürüyor, diyor Marksistler. Bize göre ise, istibdatlar devletleri ve millî birlikleri yok eder. Hangisi gerçekleşmiş Türkiye’mizde.
Dünyanın demokrasi ve barış projesi olan AB’nin içine düşürüldüğü siyasî ekonomik ve idarî krizlerin ise haddi-hesabı yok.
Bütün bunların Karl Popper ve August von Hayek’in teorileriyle gerçekleşmediğini iddia ediyorsanız, Kızılların hükmü altında yaşamaya alışmışsınız demektir.