Tecrübe ile sabittir ki, ilk yazmada elbette hata ve kusurlar olacaktır, der, Bediüzzaman. Ne zaman demiş? İfade-i Meram makalesinin yayın tarihi olan 9. Ocak 1909’da yani İstanbul’a ilk gelişinin bir iki aylık zaman diliminde şöyle demiş:
“Ve hem de birinci tecrübe, birinci inşa, birinci telif olduğundan noksanı ve iğlâkı tabiidir.”1 Yani, ilk tecrübe, ilk yazma, ilk telifin noksanı ve anlaşılmanın güç olması normaldir. Hemen her şeyin ilkinde noksanların, acemiliklerin, anlaşılmazlıkların olması mümkündür ve takip eden sürede, edilen tecrübe ile bunlar ikmal edilir.
Bu ifadeler, büyük bir şehre, yeni ve ilk defa gelen birinin hâlet-i ruhiyesini tasvir eder.
19 Kasım 1908 tarihli Hamidiye Alaylarına Dair Beyan-ı Hakikat makalesinin giriş cümlesi, bu iddianın delilidir:
“Türkçe iyi bilmez ve sanat-ı inşayı öğrenmemiş ve yeni uyanmış bir Kürd’ün ifade-i meramındaki kusuru affedilsin. Hem de havassa hitap eder; işaret kâfidir.”2
Bediüzzaman, hâlini samimi tasvir eden bu cümlelerle, ifadesinin zor anlaşılmasındaki vaziyetini anlatır ki meselâ Nokta Risalesi girişindeki buna benzer ifadeleri, Külliyatın muhtelif yerlerinde vardır.
“Peşinen derim: Türkçe güzel ifade edemiyorum. Manayı düşündükçe lâfzı düşünemiyorum. Kâriden (okuyucudan) ricam odur ki, lâfzın perişaniyetini görüp manaya karşı ihtiramsızlık, lâkaytlık göstermesin.”3
Bediüzzaman’ın bu ve benzer ifadeleri her ne kadar hâlini nakletse de mütevaziliğini de ifade eden cümleler olduğu, dikkatleri çeker.
Yanlış anlaşılmasın ki, bu tesbitler bizi Bediüzzaman’ın ifadede güçlük çektiği yanılgısına düşürmemelidir, zira ileri dönemdeki teliflerinin, en ağır ve en muğlak mevzuların izahındaki üslûb ve ifadesinin gayet edebî olduğu, konunun uzmanı ilim adamları tarafından da teslim edilmiştir.
Yani, uzun cümle ile ifade, bir tarzdır, ustalıktır. Kısa cümle ile yetişen sonraki neslin, bunu anlaması elbette kolay olmayacaktır.
Risale-i Nur’un en ağır konuların işlendiği Haşir, Ayet-ül Kübra, İkinci Şua ve emsali eserlerde uzun cümlelerin en güzel muhteşem örnekleri vardır.
Risale-i Nur, sünuhatla telif edilmiştir
Sünuhat, kalbe gelen; tuluat, kalbe doğan; işarât, bir ifadeden veya bir kelimeden anlaşılan uzak bir incelik; ihtarât, kalbe ihtar edilen, hatırlatılan şey, ilham meleği tarafından yapılan telkin manasına gelir.4
Risale-i Nur, masa başında çeşitli tetkikat ve tefekkürle kaleme alınan bir eser değildir. Ekseriya sünuhat ile zuhur eden, kalbe gelen ilhamla kaleme alınan eser topluluğudur. Sünuhat; hızlı, veciz, izahsız, sade olduğu ve şahsa özel işaret, nokta, nükte gibi dipnotları olduğu için başkaların anlamasında elbette zorluk ve müşkülât olur. Daha sonrası vakitlerde müellif bunları yeniden tanzim etse de pek çoğunun o ilk tabiî hâline dokunmaz öyle neşreder.
Sonrası tashih ve tanzimlerinde söz konusu uzun cümlelerin tashih edilmiş ifadeler olduğu ihtimali de mümkündür.
Dipnotlar:
1- Said Nursî, Eski Said Dönemi Eserleri, s. 43.; 2- Age., s. 23.; 3- Age., s. 375.; 4- https://sorularlaislamiyet.com/sunuhat-tuluat-isarat-ihtarat-hakkinda-bilgi-istiyorum-selef-i-salihinden-bu-tabirleri-kullanan