Duâya durur gibi açılmış elleridir göğe yükselen minareler. Semaya en yakın yerde uzanır arş-ı âlâya yükselen nağmeler. San’attan san’atkâra geçişin adıdır, muhteşem bir devrin harikulâde anıtıdır.
Yedi tepeden birine kondurulmuş bir güldür; kokusu sarhoş eder, sureti göz alır, duruşu candan eder, çalımı dudak uçuklatır. Baktıkça kaybolursun tezyinlerinin çizgisinde, renginde. Bir ummandır kendisi, daldıkça içine dalgalarıyla boğuşur, dehlizlerinde sır olursun.
Dökülür dilinden mısralar:
“Vecde gel, vahdete dal, âlem-i kesretten uzak/
Yalnız Sanii gör, san’atı, masnûu bırak/
Ben de bir yer bularak böylece tenha dalayım/
Varlığımdan geçeyim, mahv-ı temaşa kalayım.”1
Belki geçer saatler, anlayamazsın; tefekkür deryalarında bir seyahate çıkarsın. Sâni hesabına bakar: “Ne güzel yapılmış, ne kadar güzel bir sûrette Sâniin cemâline delâlet ediyor”2 dersin. Demir kenetler ile bağlanan taşların sağlam bir hal alıp duvar ve minareleri oluşturuşunu hayranlıkla izlersin. Dört büyük granit sütun üzerine oturtulan kubbenin yüksekliği başını döndürür, büyülenirsin. Ya içeride halka halka yayılan sese ne demeli? Bu kadar hassas bir akustiğin hikmeti ne ola ki? Koca Sinan, işin sırrını çözmüş; bize de övgüyle ondan bahsetmek düşmüş. Kubbenin içine ve köşelere, ağzı iç tarafa açık bir şekilde gömülerek yerleştirilen 50 cm boyunda 64 küp yer alır. Bu sayede cami içinde ses, her köşeden berraklıkla duyulur.
Kapıları pencereleri, hünkâr ve müezzin mahfilleri, minber ve mihrabı, minaresi kubbesi, Kıztaşı’ndan Suriye’den getirilen sütunları, avlusu ve konumu ile Süleymaniye Camii baştan ayağa bir şaheserdir. Heybetli ve kendinden emin Haliç’e, Boğaz’a, denizin öte kıyılarına, Galata’ya bakmakta, gelen geçene mütevazı selâmlar vermektedir. Lâkin ziyaretçilerin çoğunluğu ecnebilerdir. Bir müze edasında gezdikleri bu kutsal mekânı meraklı gözlerle seyredip alelacele bir başka adrese yönelmektedirler. Müslüman kimse pek seyrek uğrar bu mevkiye. Namaz kılanı azdır, duâya duranı az. Muhteşem Süleyman’ın İstanbul’un fethinin 100. yıldönümünde, “Allah rızası için bir mescit bina edene Allah da, cennette onun bir benzerini inşa eder” hadisince yaptırmayı kararlaştırdığı cami ve kâğıt depoları olarak kullanılan harap külliye yalnız, mahzun ve ıssızdır. Sebebi belki uzun, sapa yolların ardında kalışıdır, belki insanların bu bölgeyi artık ikametgâh yeri olarak kullanmayışıdır, belki de avlu kapılarının görevlilerce erkenden kapatılıp caminin kendi haline bırakılmasıdır.
Yaz kış taze kalan tepedeki bu gül zarafetiyle, letafetiyle nefes keserek Yaratıcısının bin bir ismine aynalık yapmakta. Gece gündüz parıldayan bir kandildir o, bu sebeple nazarları kuvvetlice kendine çekmekte. Dâvetlisi gelir bakar, aynalarla dolu bir iklimde yolculuğa çıkar. Secdeye kapanır; en gizli haletlerini, en içten arzularını Rabbine bildirirken Süleymaniye’ye “âmin” demek düşer.
Ömrünüz hitama ermeden gelin bir seher vakti, bu ulu mabedi ziyaret edin. Caminin arkasında yer alan küçük türbeye gelip Mimar Sinan’a bir Fatiha hediye edin. Bu dehayı ve bu san’atı hediye eden asıl San’atkâra şükredin.
Dipnotlar:
1. Süleymaniyeyi Ziyaret, Mehmet Âkif Ersoy.
2. 12. Söz.