İnsanın evrensel sorunsalı ne mutlulukla, ne de hayatın tadını çıkarmakla alâkalıdır.
Yüzyıllardır değişmeyen ve tazeliğini koruyan en can alıcı mesele bireyin “kendini tanıması”dır. Din ve felsefenin cevaplar vererek bizi aydınlattığı o bilindik soru zaman zaman zihnimizde belirdiğinde sanki ilk defa karşılaşmışız hissine kapılmamız nedendir bilinmez. Belki de “Ben kimim?” cümlesi kendi gerçeğini arayan insanın henüz varlığını ve varoluş sebebini tam çözemeyişinin etkisiyle her an dipdiri, capcanlıdır.
Psikoloji, bireyin davranışlarını tanımlayarak çıkmaz sokaklarda yol açadursun insanoğluna; felsefe izm’ler aracılığıyla çeşitli fikirler sunarak kolektif arayışımıza yardımcı oladursun; din bizzat İlâhî kaynaktan deliller, işaretler ve bildirimler sıralayarak yol gösterir.
Eğitim Fakültesi mezunları bilirler, Psikolojik Danışma ve Rehberlik dersi, girişte bahsini ettiğimiz o meşhur sorunun kaynağına yönelik bir yardım süreci olarak karşımızda yer alır. Bu dersin kapsamında, kişinin yetenek, ilgi, tutum, potansiyel ve ihtiyaçlarının farkına varmasını sağlayarak kendini tanıması, içinde yaşadığı ortamın farkında olarak, çevreyi tanıması vardır. Amaç, bireyin kendini gerçekleştirmesine yardım etmektir. Temelini Maslow’un ihtiyaçlar piramidinden alan bu süreç 1900’lerin başında bir disiplin olarak ortaya çıkmış, ülkemize ise 1950’den sonra giriş yapmıştır.
Ansiklopedik bilgilerden sonra gelelim sadede.
Rehberlik ile ilgili okuduğum onca makale, bana rehberlik desteğinin aslında çok da uzağımda olmadığını düşündürdü. Henüz yüz yılı aşkın bir geçmişe sahip olan bu hizmet, körpecik bir genç kız gibiydi. Oysa benim elimde zengin bir muhtevaya sahip olan iki kaynak mevcuttu. Kütüphanemin en mutena köşesinde yan yanaydılar. Kur’ân-ı Kerîm ve bizzat bu kaynaktan beslenen Risale-i Nur, hem bir eğitim, hem bir psikoloji, hem de rehberlik kitabı olarak karşımdaydılar. Demek ki başka bilgilerin ışığında yeniden bakmam gerekiyormuş onlara.
Peki Kur’ân nasıl bir psikoloji kitabıydı? Âyetler üzerinden iz sürelim. Misal Bakara Sûresi 30. âyeti olsun. İnsanın saldırganlık, kötülük yapma, istilâcılık gibi özellikleri öz bir ifadeyle nasıl ifade edilir:
“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler.”
Bir başka âyet ise insanın mahiyetinden şöyle haber verir: “Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.” (Hicr, 26)
Bu ve benzeri pek çok âyet-i kerime, insanın içini kemirip duran, hiç azalmayan merakını giderir; ruha, akla, kalbe sükûnet verir. Bunlarla yetinmeyerek mihmandarlık yapar, nefis sahibi her kimsenin dünya üzerindeyken ne yapması, nasıl yaşaması, nelere dikkat etmesi, nasıl ibadet etmesi gerektiği hususlarında önemle, tekrarla ve ısrarla durur.
Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun, sorusuyla dikkati çeken Risale-i Nur, yeryüzünde ne maksatla bulunduğunu düşünüp duran akıllara şu cevabı vererek tam teşekküllü bir rehberlik yapar:
“İnsan bu âleme ilim ve duâ vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibariyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulum-u hakikiyenin esası ve madeni ve ruhu marifetullahtır. Ve onun üssu’l esası da imanı billahtır.” (23. Söz)
Sadece insana değil, kâinata dair akla gelen ne varsa açıklamalar, örnekler getirir; gayesi kişinin imanını kurtarmaktır.
Rehberliğe dair kaynak çokça… Yeter ki doğru okumalar yapalım.