Tarihçe-i Hayat - page 518

gibi, birden cevvi dolduran o koca bulut dahi gizlenir, bü-
tün eczalar› istirahate çekilir, hiçbir eseri görülmez. Son-
ra, “Ya¤mur bafl›na arfl!” emrini ald›¤› anda, bir saat,
belki birkaç dakika zarf›nda toplan›p cevvi doldurur, bir
kumandan›n emrini bekler gibi durur.
Sonra o yolcu, cevdeki rüzgâra bakar, görür ki:
Hava o kadar çok vazifelerle gayet hakîmâne ve kerî-
mâne istihdam olunur ki, güya o camit havan›n fluursuz
zerrelerinden her bir zerresi, bu Kâinat Sultan›ndan ge-
len emirleri dinler, bilir ve hiçbirini geri b›rakmayarak, o
kumandan›n kuvvetiyle yapar ve intizamla yerine getirir
bir vaziyetle, zeminin bütün nüfuslar›na nefes vermek ve
hayata lüzumu bulunan hararet ve ziya ve elektrik gibi
maddeleri ve sesleri nakletmek ve nebatat›n telkihine va-
s›ta olmak gibi çok küllî vazifelerde ve hizmetlerde, bir
dest-i gaybî taraf›ndan gayet fluurkârâne ve alîmâne ve
hayatperverâne istihdam olunuyor.
Sonra ya¤mura bak›yor, görür ki: O lâtif ve berrak ve
tatl› ve hiçten ve gaybî bir hazine-i rahmetten gönderilen
katrelerde o kadar Rahmanî hediyeler ve vazifeler var ki,
güya rahmet tecessüm ederek katreler suretinde hazine-i
rabbaniyeden ak›yor manas›nda oldu¤undan, ya¤mura
“rahmet” nam› verilmifltir.
Sonra flimfle¤e bakar ve ra’d› (gök gürültüsü) dinler,
görür ki, pek acip ve garip hizmetlerde çal›flt›r›l›yorlar.
Sonra gözünü çeker, akl›na bakar, kendi kendine der ki:
acip:
tuhaf, hayret veren, hayret-
te b›rakan, flafl›lacak fley.
alimane:
her fleyi en iyi bilen Al-
lah'a yarafl›r flekilde.
arfl:
“haydi, ileri!”
belki:
hatta.
berrak:
nurlu, pek parlak, duru,
aç›k.
camit:
cans›z.
cev:
yer ile gök aras›, feza, gök
bofllu¤u.
dest-i gaybî:
görünmez el.
ecza:
cüz'ler, parçalar, k›s›mlar.
garip:
tuhaf, flafl›lacak, bambafl-
ka.
gaybî:
gayba ait, göze görünme-
yenlere ait, gaypla ilgili, haz›rda
olmayan.
gayet:
çok, fazla, son derece.
güya:
sanki, sözde.
hakîmâne:
hikmetli bir flekilde,
bir maksat ve gayeye yönelik bir
biçimde.
hararet:
s›cakl›k, s›cak, atefl.
hayatperverane:
hayata düflkün
bir flekilde, hayata taparcas›na.
hazine-i Rabbanîye:
Allah'›n ha-
zinesi.
hazine-i rahmet:
rahmet hazine-
si.
intizam:
düzgün olma, düzgün
dizilme, düzgünlük, tertipli olma.
istihdam:
bir hizmette kullanma,
hizmete alma, hizmet ettirme, bir
iflte çal›flt›rma, çal›flt›rma.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
kâinat:
yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
katre:
damla.
kerîmane:
kerîm olan, kerem sa-
hibine yak›fl›r surette, kerîmce,
518 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI
cömertçe, bol ihsan ve ikram
ile.
kumandan:
komutan.
küllî:
bütüne ait, umumî, bü-
yük.
lâtif:
yumuflak, hofl, güzel,
nazik, narin.
lüzum:
ihtiyaç, gereklik.
mana:
anlam.
nakl:
Aktarma, yer de¤ifltir-
me, tafl›ma, geçirme.
nam:
ad, isim.
nebatat:
bitkiler.
nüfus:
ruhlar, canlar.
Rahmanî:
rahman olan Al-
lah'a ait, Rahmana mensup,
Rahman ile ilgili.
rahmet:
ac›ma, merhamet
etme, esirgeme, ba¤›fllama,
flefkat gösterme.
sultan:
padiflah, hükümdar.
suret:
biçim, flekil, tarz.
fluurkârâne:
fluurluca, fluurlu
bir flekilde.
fluursuz:
idraksiz, anlay›fls›z,
bilinçsiz.
tecessüm:
cisimleflme, cisim
haline gelme, cisim ve vücut
meydana getirme.
telkih:
difli meyveye erkek
meyvenin tozunu afl›lama,
döllendirme.
vas›ta:
arac›.
vazife:
ifl, görev, memuriyet.
vaziyet:
bir kimse veya fleyin
durumu, hâli.
zarf›nda:
içerisinde.
zemin:
yeryüzü.
zerre:
maddenin en küçük
parças›, molekül, atom.
ziya:
›fl›k, ayd›nl›k, nur, par-
lakl›k.
1...,508,509,510,511,512,513,514,515,516,517 519,520,521,522,523,524,525,526,527,528,...1390
Powered by FlippingBook