Hem de öyle olmak lâz›m. Çünkü, hadis-i sahihte,
1
Én
¡n
æj/
O Én
¡n
d o
Ou
ón
éo
j r
øn
e m
án
æ°n
S p
I n
CÉp
e u
?o
c¢p
Sr
Gn
Q '
¤n
Y p
ás
eo
’r
G p
?p
ò'
¡p
d o
ån
©r
Ñn
j %G s
¿p
G
buyurulmufl. Mevlâna Hazretlerinin velâdeti bin yüz dok-
san üç, Üstad›m›z Hazretlerinin ise bin iki yüz doksan
üçtür. Bu hadisin tam izah›
Risale-i Gavsiye’
de vard›r.
Üstad›m›z ara s›ra bizlere, hususan Feyzi’ye lâtife tar-
z›nda buyururlard› ki: “Cezan›z var, tokat yiyeceksiniz,
hapse gireceksiniz...” diye Denizli hapsimizi bize remzen
haber verip, hem bizi ikaz, hem kable’l-vuku bir mühim
hâdiseyi keflfen beyan ediyorlard›. Hakikaten çok geç-
medi, üstad›m›z›n dedi¤i ç›kt›.
Yine Denizli hapsi hâdisesinden evvel buyurdular ki:
“Kardefllerim, çoktand›r sekiz seneden fazla bir yerde
kalmam›fl›m. fiimdi buraya geleli sekiz sene oluyor. Bu
sene, herhâlde ya vefat edece¤im veya baflka yere nak-
ledece¤im” diye Kastamonu’dan teflrifini haber veriyor-
lard›.
Hem Denizli hapsi musibetinden evvel Üstad›m›z bu-
yururlard› ki: “Kardefllerim, Risale-i Nur’a birkaç cihette
hücum hissediyorum, ziyade ihtiyat ediniz.” Hakikaten
çok geçmedi, ‹stanbul’da bir ihtiyar hoca, bilmeyerek,
bir risalenin bir meselesine itiraz ediyor. Sonra eski fet-
va emini merhum Ali R›za Efendi Hazretleri, o hocan›n
itiraz›n› red ve Risale-i Nur’un hakkaniyetini tam tasdik
ediyor.
beyan:
anlatma, aç›k söyleme,
bildirme, izah.
cihet:
yan, yön, taraf.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
bafllangݍ.
hadis:
Hz. Muhammed'e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onaylad›¤› baflkas›na
ait söz, ifl veya davran›fl.
hâdise:
vak›a, olay, ilk defa olan,
meydana ç›kan hâl.
hadis-i sahih:
sahih hadis, hak-
k›nda flüphe edilemeyen ve do¤-
ru senetlere ve râvilere isnat edi-
lerek müspet olarak kesin bilinen
hadis-i nebevîdir.
hakikaten:
do¤rusu, gerçekten.
hakkaniyet:
hak ve adâlete uy-
gunluk.
hazret:
sayg›, ululama, yüceltme,
övme maksad›yla kullan›lan ta-
bir.
hususan:
bilhassa, ayr›ca, baflka-
ca, hususî olarak.
hücûm:
sald›rma, hamle ile ileri
at›lmak.
ihtiyar:
yafllanm›fl kimse, yafll›.
ihtiyat:
ileriyi düflünme, ilerisini
düflünerek davranma, gelece¤i
düflünerek tedbirli hareket etme.
ikaz:
dikkat çekme, uyarma,
uyand›rma.
itiraz:
bir fikri, hükmü veya duru-
mu kabul etmeyip çürütmeye
kalk›flma, karfl› ç›kma, karfl› dur-
ma.
izah:
aç›kça ortaya koyma, aç›k-
lama yapma, bir konuyu ayr›nt›-
lar›yla ortaya koyma, eksiksiz an-
latma.
kable'l-vuku:
olmadan önce, ol-
madan evvel, vukuundan evvel.
lâtife:
flaka, nükte, espri.
lâz›m:
gerek, gerekli, lüzumlu.
merhum:
rahmete kavufl-
mufl, ölmüfl, ölü.
mesele:
konu.
muhakkak:
hakîkat› ve ger-
çe¤i belli olmufl, do¤rulu¤u
kesinlik kazanm›fl, flüphesiz,
mutlak.
musibet:
felâket, belâ, ans›-
z›n gelen belâ, dert, s›k›nt›.
müceddit:
hadis-i flerifle, her
as›r bafl›nda gelece¤i müjde-
lenen dinin yüksek hizmetkâ-
r›.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
nakl:
Aktarma, yer de¤ifltir-
me, tafl›ma, geçirme.
red:
kabul etmeme.
remzen:
remiz ile, iflaret ede-
rek, iflaretle.
tarz:
biçim, flekil, suret.
tasdik:
do¤rulu¤unu kabul
etme, do¤rulama, gerçekli¤ini
kabul etme.
teflrif:
büyük birinin bir yere
gitmesi veya bir yerden gel-
mesi.
ümmet:
Müslümanlar›n ta-
mam›.
vefat:
ölüm, ölme. (insan
hakk›nda.).
velâdet:
do¤ma, do¤ufl.
ziyade:
çok, fazla, art›k.
1.
Muhakkak Allah, bu ümmet için her yüz sene bafl›nda dinini yenileyen bir müceddid gön-
derir. (
Ebu Davud
, Melâhim: 1.)
508 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI