hodbinâne bir tezahür ve tefahur tavr ve muvakkat so-
¤uk bir riyakâr vaziyeti taknmaktan kurtulmaz. Hâlbuki
bunlarn ikisi de ihlâs zedeler.
Hem, Üstadmz gayet mütevazidir; tefevvuk ve te-
meyyüz daiyelerinden, flöhret sevdalarndan ziyadesiyle
saknrlar. Kendilerine mahsus safî meflrebi, o gibi can s-
kacak fleylerden âlîdir. Herkese, hele ihtiyarlara ve ço-
cuklara ve fukaralara, rfk ve mülâyemetle uhuvvetkârâ-
ne bir muamele-i halisânede bulunurlar. Mübarek yüzle-
rinde, mehabet ve beflafletle karflk bir nur-i vakar lema-
an eder; heybetle beraber âsâr- üns ve ülfet dahi görü-
nür. Daima mütebessim bulunurlar. Fakat, bazen tecelli-
yatn muktezas olarak, mehabet ve celâl nazar o dere-
ce tezahür eder ki, artk o zaman yannda bulunup da
söz söylemek isteyen adamn âdeta dili tutulur; ne söyle-
mek istedi¤i anlafllmaz. Bu âcizler, çok defa bu hâli mü-
flahede ettik.
Üstadmzn, az söylemek âdetidir. Fakat, söyledi¤ini
veciz söyler; her hâlde düstur-i hikmet olarak pek mani-
dar ve pek flümullü birer camiül-kelimdirler.
Üstadmz, ne kimseyi zemmeder ve ne de yannda
kimseyi gybet ettirir. Bunlardan asla hofllanmaz. Kusur
ve hatalar setrederler. Hem, o kadar hüsnüzanna malik-
tir ki, hatta kendisi hakknda bir nâseza söz tebli¤ edene,
Hâflâ! Bu yalandr. Bu sözü söyledi dedi¤in zat, böyle
söylemez buyururlar.
TARHÇE- HAYATI
| 503
K
ASTAMONU
H
AYATI
has olan.
malik:
sahip.
manidar:
anlaml, manal, mana
taflyan.
mehabet:
heybet, ihtiflam.
meflrep:
yaratlfl, tabiat, huy, mi-
zaç, ahlâk.
muamele-i halisâne:
ihlâslca
davranfl, halis olarak davranma.
muktezâ:
iktiza eden, gereken,
lâzm gelen, icap eden, gerekli
olan.
muvakkat:
belirli bir zamana
mahsus, vakitli, süresiz, geçici.
mübarek:
hayrl, mutlu, kutlu,
u¤urlu.
mülâyemet:
yumuflaklk, yumu-
flak huyluluk, uysallk.
müflahede:
bir fleyi gözle görme,
seyrederek anlama, seyretme.
mütebessim:
tebessüm eden,
gülümseyen, gülen, güleç.
mütekellif:
tekellüf eden, külfet-
li, zahmetli bir ifl tutan.
mütevazi:
tevâzu eden, alçak gö-
nüllü olan, kibirsiz, gösteriflsiz.
naseza:
yakflmaz.
nazar:
göz atma, bakma, bakfl.
nur-i vakar:
a¤r baflll¤n, tem-
kinlili¤in nuru, aydnl¤.
rfk:
yumuflaklk, yumuflak huy-
luluk, tatllk, naziklik.
riyakâr:
riya eden, iki yüzlü, sah-
tekâr.
safî:
temiz, samimî, katflksz.
setr:
örtme, kapanma, gizleme.
sevk:
yönlendirme.
flöhret:
herkesçe bilinme, tann-
ma durumu, ün.
flümullü:
kapsaml.
tebli¤:
yetifltirme, ulafltrma, gö-
türme, bitifltirme, erifltirme.
tecavüz:
zorlama.
tecelliyat:
tecelliler.
tefahur:
övünme, fahirlenme, ku-
rulma.
tefevvuk:
üstün olma, üstünlük.
temeyyüz:
benzerlerinden farkl
olma, kendini gösterme, sivrilme,
seçilme.
tezahür:
zuhur etme, ortaya çk-
ma, meydana çkma, belirme, gö-
rünme.
uhuvvetkârâne:
samimî dostluk
gösterene yakflr flekilde, kardefl-
çesine.
üstat:
ö¤retici.
vaziyet:
durum, hâl.
veciz:
ksa, öz, derli toplu.
zem:
yerme, knama, ayplama.
ziyade:
çok, fazla, artk.
âciz:
zaf, güçsüz.
âdeta:
sanki, basbaya¤.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
âsâr- üns:
alflkanlk eserleri.
beflaflet:
güleryüzlülük, güler-
yüz.
camiül-kelim:
lâfz, sözü az,
manas çok olan ifade, söz.
celâl:
nihayet derecede bü-
yüklük, azamet, ululuk.
dâiye:
insan bir fleye candan
ba¤lanma¤a sürükleyen iç
duygusu, arzu, hrs.
düstur-i hikmet:
hikmet
prensibi, hikmetli ve maksatl
düstur.
fukara:
fakirler, yoksullar.
gybet:
arkadan çekifltirme,
arkasndan kötü söz söyleme,
hazrda olmayan birisinin
aleyhinde konuflma, kötüle-
me, dedikodu yapma.
hadd-i maruf:
bilinenin snr.
hâlbuki:
hakikat ve do¤rusu
fludur ki, öyle iken, oysa ki,
hakikat flu ki.
hâflâ:
asla, katiyen, hiç bir va-
kit.
heybet:
korkuyla birlikte hür-
met, sayg ve hayranlk uyan-
dran ululuk, yücelik, haflmet.
hodbinâne:
kendini düflüne-
rek.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel ka-
naat.
ihlâs:
samimiyet, dürüstlük,
do¤ruluk.
ihtiyar:
yafllanmfl kimse,
yafll.
lemean:
parlama, parldama.
mahsus:
baflkasnda bulun-
mayan, bir fleye veya kifliye