derç ettik. Bu ümmî ihtiyarlarn ve ksmen çoban ve efe-
lerin, bu zamanda, bu acip flerait içinde her fleye terci-
hen Risale-i Nura bu suretle çalflmalar gösteriyor ki, bu
zamanda Risale-i Nura ekmekten ziyade ihtiyaç var ki;
harmanclar, çiftçiler, çobanlar, yörük efeleri hacat- za-
ruriyeden ziyade Risale-i Nura çalflmalar, Risale-i
Nurun hakkaniyetini gösteriyorlar. Bu ciltte az; sair alt
cild-i âherde masumlarn ve ihtiyar ümmilerin yazlarnn
tashihinde çok zahmet çektim. Vakit müsaade etmiyor-
du. Hatrma geldi ve manen denildi ki: Sklma, bunla-
rn yazlar çabuk okunmad¤ndan, acelecileri yavafl ya-
vafl okumaya mecbur etti¤inden, Risale-i Nurun gda ve
taam hükmündeki hakikatlerinden hem akl, hem kalp,
hem ruh; hem nefis, hem his hisselerini alabilirler. Yok-
sa, yalnz akl cüzî bir hisse alr, ötekiler gdasz kalabilir-
ler. Risale-i Nur, sair ilimler ve kitaplar gibi okunmama-
l. Çünkü, ondaki iman- tahkikî ilimleri, baflka ilimlere
ve marifetlere benzemez. Akldan baflka çok letaif-i insa-
niyenin de kuvvet ve nurlardr.
Elhasl, masumlarn ve ümmî ve ihtiyarlarn noksan
yazlarnda iki fayda var:
Birincisi
, teenni ve dikkatle okumaya mecbur etmektir.
kincisi
, o masumâne ve halisâne ve samimi ve tatl
dillerinden, derslerinden, Risale-i Nurun flirin ve derin
meselelerini lezzetli bir hayretle dinlemek, ders almaktr.
Said Nursî
è
acip:
tuhaf, hayret veren, hayret-
te brakan, flafllacak fley.
cild-i aher:
baflka, di¤er cilt, di¤er
kitap.
cüz'î:
az, parçaya ait olan, pek az.
derc:
toplama, biriktirme.
elhâsl:
hasl, netice itibariyle, so-
nuç olarak, özetle, sözün ksas,
uzatmayalm, ksacas.
hâcât- zaruriye:
zorunlu ihtiyaç-
lar, gerekli ihtiyaçlar.
hakikat:
gerçek, asl, esas.
hakkaniyet:
gerçeklik, do¤ruluk.
halisâne:
samimi bir flekilde, ih-
lâsla.
hatr:
gönül, kalp, his.
hayret:
flaflknlk.
hisse:
pay, nasip, ksmet.
hükmündeki:
de¤erindeki.
ihtiyaç:
gereklilik, lüzumluluk hâ-
li, muhtaç olufl.
ihtiyar:
yafllanmfl kimse, yafll.
ilim:
okuyarak ö¤renilen bilgi,
fen.
iman- tahkikî:
tahkikî iman,
imana dair bütün meseleleri in-
celeyip delil ve bürhan ile inan-
ma.
ksmen:
ksmî olarak, bütün de-
¤il, bir ksm, bir bölüm olarak ve-
ya baz bakmdan, baz yönden.
letaif-i insaniye:
insann manevî
duygular.
lezzet:
her hangi bir fley karflsn-
da duyulan zevk, haz, keyf.
manen:
iç varlk bakmndan,
duyguca, gönülce, yürekçe, ruh-
ça, mana itibariyle, manaca.
marifet:
bilme, ilim, danifl.
masum:
suçsuz, kabahatsiz, gü-
494 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI
nahsz; küçük çocuk.
masumâne:
masumca, ma-
sum olana yakflacak surette,
suçsuz, günahsz bir flekilde.
mecbur:
icbar edilmifl, zorla
bir ifle giriflmifl, bir ifli yapmak
zorunda kalmfl.
mesele:
konu.
nefis:
kötü vasflar, nitelikleri
kendisinde toplayan, kötülü-
¤e sevk eden, flehevî istekleri
kamçlayp hayrl ifllerden al-
koyan güç.
noksan:
eksik, kusurlu, naks.
nur:
aydnlk, parlt, parlaklk,
ziya, flk, flule.
ruh:
insan ve hayvanlardaki
dirilik kayna¤, hayatn teme-
li ve sebebi olan gayr-i maddî
cevher, manevî varlk.
sair:
di¤er, öteki, baflka.
samimî:
içten, candan, gönül-
den, kalbî, menfaatsiz, riyasz.
suret:
biçim, flekil, tarz.
flerait:
flartlar.
taam:
yemek, yenilen fley, yi-
yecek, afl.
tashih:
düzeltme, daha iyi ve
daha do¤ru hale getirme,
yanlfln giderme.
teennî:
acele etmeden, ihti-
yatl, düflünceli ve yavafl ha-
reket etme, temkinli davran-
ma.
tercihan:
öncelikli olarak, ter-
cih ederek, üstün tutarak,
tercih yoluyla.
ümmî:
okuma yazmas olma-
yan, okumamfl.
zahmet:
sknt, güçlük, zor-
luk.
ziyade:
çok, fazla, artk.