kâfi geldi. Hatta Süleyman isminde mübarek bir misafi-
rim vard. Benim ekme¤im de ve onun ekme¤i de biti-
yordu. Çarflamba günü idi. Dedim ona: Git, ekmek ge-
tir. ki saat, her tarafmzda kimse yok ki, oradan ekmek
alnsn. Cuma gecesi senin yannda bu da¤da beraber
dua etmek arzu ediyorum dedi. Ben de dedim:
1
$ n
¤n
Y Én
ĉ r
?s
cn
n
J
, kal.
Sonra hiç münasebeti olmad¤ hâlde ve bir bahane
yokken, ikimiz yürüye yürüye bir da¤n tepesine çktk.
brikte bir parça su vard. Bir parça fleker ile çaymz var-
d. Dedim: Kardeflim, bir parça çay yap.
O, ona bafllad; ben de derin bir dereye bakar bir kat-
ran a¤ac altnda oturdum. müteessifâne flöyle düflün-
düm ki: Küflenmifl bir parça ekme¤imiz var; bu akflam
ancak ikimize yeter. ki gün nasl yapaca¤z ve bu safî
kalp adama ne diyece¤im? diye düflünmede iken, bir-
den bire baflm çevrilir gibi baflm çevirdim. Gördüm ki,
koca bir ekmek, katran a¤acnn üstünde, dallar içinde
bize bakyor.
Dedim: Süleyman, müjde! Cenab- Hak bize rzk
verdi.
O ekme¤i aldk; bakyoruz ki, kufllar ve hayvanat-
vahfliye hiçbiri iliflmemifl. Yirmi otuz gündür hiçbir insan
o tepeye çkmamflt. O ekmek, ikimize iki gün kâfi gel-
di. Biz yerken, bitmek üzere iken, dört sene sadk bir
TARHÇE- HAYATI
| 421
E
SKfiEHR
H
AYATI
arzu:
bir fleye karfl duyulan
istek, heves.
bahane:
vesile, sebep.
Cenab- Hak:
Allah.
dua:
Allaha yalvarma, niyaz.
hatta:
manaya kuvvet ver-
mek için üstelik, fazla olarak,
bundan baflka, kadar, hem
de... manalarnda, cümle bafl-
larnda kullanlan edattr.
hayvanât- vahflîye:
vahflî
olan hayvanlar, yrtc hay-
vanlar.
ibrik:
toprak veya madenden
yaplmfl, kulplu ve emzikli su
kab.
kâfî:
yeter, yetecek.
katran:
bir a¤aç ismi, Lübnan
ve Toroslarda yetiflen bir se-
dir türü.
mübarek:
hayrl, mutlu, kut-
lu, u¤urlu.
müjde:
sevindirici haberi ifa-
de etmek için söylenen söz.
münasebet:
ilgi, alâka, yakn-
lk.
müteessifane:
müteesif ola-
rak, eseflenerek, kederlenerek.
rzk:
yiyecek, içecek fley,
azk.
sadk:
do¤ru, gerçek, hakikî,
sahte olmayan.
sâfî:
halis, temiz.
1.
Allaha tevekkül ettik.