Elcevap:
Dokuz on sene evveldeki Eski Said, bir mik-
tar siyasete girdi. Belki siyaset vas›tas›yla dine ve ilme
hizmet edece¤im diye beyhude yoruldu ve gördü ki, o
yol meflkûk ve müflkülâtl› ve bana nispeten fuzuliyâne,
hem en lüzumlu hizmete mâni ve hatarl› bir yoldur. Ço-
¤u yalanc›l›k ve bilmeyerek ecnebi parma¤›na alet olmak
ihtimali var. Hem siyasete giren, ya muvaf›k olur veya
muhalif olur. E¤er muvaf›k olsam, madem memur ve
mebus de¤ilim, o hâlde siyasetçilik bana fuzulî ve malâ-
yani bir fleydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude kar›flay›m.
E¤er muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle ka-
r›flaca¤›m. E¤er fikirle olsa, bana ihtiyaç yok; çünkü, me-
sail tavazzuh etmifl, herkes benim gibi bilir. Beyhude çe-
ne çalmak manas›zd›r. E¤er kuvvet ile ve hâdise ç›kar-
mak ile muhalefet etsem, husulü meflkûk bir maksat için
binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çok-
lar belâya düfler. Hem, on ihtimalden bir iki ihtimale bi-
naen günahlara girmek, masumlar› günaha atmak; vic-
dan›m kabul etmiyor diye, Eski Said, sigara ile beraber
gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi
terk etti. Buna kat'î flahit, o vakitten beri sekiz senedir bir
tek gazete ne okudum ve ne dinledim. Okudu¤umu ve
dinledi¤imi, biri ç›ks›n söylesin. Hâlbuki, sekiz sene ev-
vel, günde belki sekiz gazete, Eski Said okuyordu. Hem
befl senedir bütün dikkat ile benim hâlime nezaret edili-
yor. Siyasetvari bir tereflfluh gören söylesin. Hâlbuki, be-
nim gibi asabî ve
1
p
?n
«p
ër
dG p
?r
ôn
J ?/
a o
án
?«/
ër
dG Én
ªs
fp
G
düsturuyla en
asabî:
sinirli, öfkeli.
belâ:
musibet, gam, keder, afet,
s›k›nt›.
beyhude:
bofluna, faydas›z.
binaen:
den dolay›, -den ötürü, -
için, -dayanarak, yap›larak, bu se-
bepten.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
bafllangݍ.
fuzulî:
bofluna, yersiz, gereksiz,
lüzumsuz.
fuzuliyane:
lüzumsuz, bofluna,
fazladan.
hâdise:
vak›a, olay, ilk defa olan,
meydana ç›kan hâl.
hâlbuki:
hakikat ve do¤rusu flu-
dur ki, öyle iken, oysa ki, hakikat
flu ki.
hatar:
tehlike, muhatara.
husûl:
has›l olma, meydana gel-
me, peydâ olma.
ihtimal:
olabilirlik, bir fleyin ola-
bilmesi mümkün olma, gerçekle-
flebilirlik.
ihtiyaç:
gereklilik, lüzumluluk hâ-
li, muhtaç olufl.
kat’î:
kesip atan, flüpheye ve te-
reddüde mahal b›rakmayan, ke-
sin, flüphesiz.
kuvvet:
fizikî güç, kudret, takat.
madem
:
çünkü, için, de¤il mi ki,
...den dolay›, böyle ise, hele.
maksat:
kastedilen, istenilen fley,
var›lmak istenen nokta, niyet,
meram.
malâyani:
manas›z, faydas›z, bofl
(fley).
mâni:
meneden, geri b›rakan, al›-
koyan, engel olan.
masum:
suçsuz, kabahatsiz, gü-
nahs›z.
mebus:
halk taraf›ndan seçilerek
meclise gönderilen, milletvekili.
memur:
devlet hizmetinde çal›-
flan ve bunun karfl›l›¤›nda ayl›k,
maafl alan kimse.
mesail:
meseleler.
meflkuk:
flüpheli, flüphe edilen.
muhalefet:
birinin düflüncesine
z›t düflüncede bulunma, karfl›
koyma, bir düflünce, fiil veya ha-
rekete karfl› durma.
muhalif:
muhalefet eden, ayk›r›-
1.
En büyük hile, hileleri terk etmektir.
412 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
E
SK‹fiEH‹R
H
AYATI
l›k gösteren, uymayan, bir fiil
veya düflünceye karfl› gelen.
müflkülât:
müflkiller, güçlük-
ler, zorluklar, çetinlikler.
nezaret:
gözetme, gözden
geçirme, yoklama, muayene,
kontrol.
nispeten:
nispet olarak, nis-
petle, k›yaslayarak, öncekine
göre, bir dereceye kadar.
siyaset:
politika.
siyasetvârî:
siyaset gibi, siya-
sî bir ifade ve tav›rla.
sohbet-i dünyeviye-i siyasi-
ye:
dünya siyasetiyle ilgili
sohbet.
flahit:
flahitlik yapan, gördü¤ü
veya bildi¤i fleyi mahkeme
önünde yemin ederek söyle-
yip davan›n sonuçlanmas›na
yard›m eden kimse, flahit, ta-
n›k.
tavazzuh:
aç›klanma, ayd›n-
lanma, aç›kl›¤a kavuflma, aç›k
hale gelme.
tereflfluh:
s›zma, s›z›nt› yap-
ma.
terk:
b›rakma, sal›verme,
vazgeçme.
vas›ta:
arac›l›k.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayr›
flerden ay›rt etmeye yard›mc›
olan ahlâkî duygu.