hiddetine karfl divan- riyasette
(HAfiYE)
kemal-i metanet-
le, fütur getirmeyerek mukabele edip, namaza davet
eden; ve Dârülhikmetil-slâmiyede hükûmet-i ttihadiye-
nin ittifakyla hikmet-i slâmiyeyi Avrupa hükemasna te-
sirli bir surette kabul ettirmek vazifesine lâyk görünen ve
cephe-i harpte yazd¤ ve flimdi müsadere edilen
flara-
tül-caz
, o zamann baflkumandan olan Enver Paflaya o
derece kymettar görünmüfl ki, kimseye yapmad¤ bir
hürmetle, istikbaline kofltu¤u o yadigâr- harbin hayrna,
flerefine hissedar olmak fikriyle,
flaratül-caz
n tab
için kâ¤dn vererek, müellifinin harpteki mücahedat
takdirkârâne yâd edilen bir adam, böyle adî bir beygir
hrsz veyahut kz kaçrc ve bir yankesici gibi en afla¤
bir cinayetle kendini bulafltrp izzet-i ilmiyesini ve kudsi-
yet-i hizmetini ve kymettar binler dostlarn rezil edip su-
kut edemez ki, siz onu bir senelik ceza ile mahkûm edip,
adî bir keçi, koyun hrsz gibi muamele edesiniz. Ve se-
bepsiz, on sene skntl bir tarassutla tazip ettikten son-
ra, flimdi de bir sene hapisle beraber bir sene de nezaret
altnda tutmak suretiyle, padiflahn tahakkümünü kaldra-
mad¤ hâlde garazkâr bir hafiyenin veya adî bir polisin
HAfiYE:
Eski Said söz istiyor, diyor ki: On üç senedir beni konufltur-
madnz. fiimdi, madem beni nazara alp, sizi ittiham altna alyorlar ve
sizden korkuyorlar; elbette benim onlarla konuflmam lâzm geliyor. Ger-
çi benlik, enaniyet çirkindir fakat ma¤rur ve muannit enaniyetlilere karfl,
hakl bir surette ve srf kendisini müdafaa ve muhafaza etmek için benlik
göstermek lâzm geliyor. Onun için, Yeni Said gibi, mahviyetle, mülâyi-
mâne konuflamayaca¤m. Ben de ona söz verdim; fakat enaniyetlerine,
temeddühlerine ifltirak etmiyorum.
adî:
baya¤, afla¤, de¤ersiz.
baflkumandan:
bir devletin silâh-
l kuvvetlerinin en yüksek rütbe-
lisi, baflkomutan, serdar, baflbu¤.
benlik:
nefsi önde tutma, enani-
yet, kibir, gurur.
beygir:
at, yük taflmak için kulla-
nlan at, i¤difl edilmifl at.
cephe-i harp:
harp cephesi, mu-
harebe bölgesi.
cinayet:
a¤r suç.
divan- riyaset:
reislik, baflkanlk
makam.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, flüp-
hesiz.
enaniyet:
kendini be¤enme,
bencillik, egoistlik.
fütur:
zayflk, gevfleklik, bezgin-
lik, usanma, usanç, bkma.
garazkâr:
kinli, düflmanlk güden,
garaz olan, kötü kast sahibi.
harp:
savafl, cenk, devletler ara-
snda meydana gelen kanl ve si-
lahl kavga.
hiddet:
öfke, kzgnlk, gadap, h-
flm.
hikmet-i slâmiye:
slâmî kaide-
lerin hikmeti.
hissedar:
hisse, pay sahibi.
hükema:
âlimler, çok bilgili kim-
seler, feylesoflar, filozoflar.
hükümet-i ttihadiye:
ittihat ve
terakkî hükümeti.
hürmet:
sayg.
istikbal:
gelecek, gelecek zaman,
ati.
ifltirak:
ortak olma, ortaklk et-
me.
ittifak:
bir konuda, ortak bir ga-
yede anlaflma, fikir birli¤i etme,
uyuflma, ba¤daflma.
ittiham:
suç altnda bulunma,
töhmetli olma, töhmet altnda ol-
ma.
izzet-i ilmiye:
ilmin izzeti, ilmin
gerektirdi¤i vakar, a¤rbaflllk.
kemal-i metanet:
tam ve mü-
kemmel bir dayanklk.
kymettar:
kymetli, de¤erli, pa-
hal.
kudsiyet-i hizmet:
hizmetin kud-
siyeti, yüceli¤i.
lâyk:
uygun, yakflr, münasip.
ma¤rur:
büyüklük taslayan, gu-
rurlu.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymifl, hükümlü.
mahviyet:
alçak gönüllülük, ken-
dini de¤ersiz gösterme, hiçe say-
ma, fazla tevazu, kendine ehem-
miyet vermeyifl.
muamele:
davranma, davranfl,
birine karfl her hangi bir davra-
nflta bulunma.
muannit:
inatç, ayak direyen.
muhafaza:
koruma, saklama, hf-
zetme.
mukabele:
karfllk verme, karfl-
406 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
E
SKfiEHR
H
AYATI
lama.
mücahedat:
mücahedeler,
savaflmalar.
müdafaa:
savunma.
müellif:
kitap yazan, yazar.
mülâyimane:
mülâyim ola-
rak, yumuflak ve uysal bir fle-
kilde.
müsadere:
ifllenen bir suç
karfll¤ olarak, suçlunun ma-
lnn bütünü veya bir bölümü
üstündeki sahipli¤ine son ve-
rilmesi ve bu sahipli¤in bir
baflka kurulufla devredilmesi.
nezaret:
gözalt.
padiflah:
hükümdar, hüküm-
darlar hükümdar, sultan.
Reisicumhur:
halkn reisi,
cumhurbaflkan.
sukut:
düflme, düflüfl, afla¤
inme.
suret:
biçim, tarz, flekil.
tab:
kitap basma, kitap bask-
s, bask.
tahakküm:
hüküm sürme.
takdirkârâne:
takdir edene
yakflr flekilde, takdir ederek.
tarassut:
gözetme, gözleme,
gözle takip etme, dikkatle
bakma.
tazip:
Azap verme, eziyet et-
me, eziyette bulunma.
temeddüh:
kendi kendini öv-
me, kendini methetme, bö-
bürlenme.
tesirli:
etkili.
vazife:
ahlâk veya ifl icab ya-
plmas gereken ifl, görev.
yâd:
hatrlama, anma, hatra
getirme.
yadigâr- harp:
harp yadigâr,
savafl hatras.