Tarihçe-i Hayat - page 415

E¤er derseniz
: fieyhler bazen iflimize kar›fl›yorlar; sa-
na da bazen fleyh derler. Ben de derim: Hey efendiler!
Ben fleyh de¤ilim, ben hocay›m. Buna delil; dört senedir
buraday›m, bir tek adama tarikat verseydim, flüpheye
hakk›n›z olurdu. Belki yan›ma gelen herkese demiflim:
‹man lâz›m, ‹slâmiyet lâz›m; tarikat zaman› de¤il.
E¤er derseniz
: Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende
unsuriyetperverlik fikri var; o iflimize gelmiyor.
Ben de derim: Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Sa-
id’in yazd›klar› meydanda. fiahit gösteriyorum ki, ben
1
n
ás
«p
?p
gÉn
ér
dG n
ás
«p
Ñ°n
ün
©r
dG p
âs
Ñ`n
L o
ás
«`p
en
Ó° r
S p
’r
Gn
ferman-› kat’îsiyle, eski
zamandan beri menfi milliyet ve unsuriyetperverli¤e, Av-
rupa’n›n bir nevi firenk illeti oldu¤undan, bir zehr-i kàtil
nazar›yla bakm›fl›m. Ve Avrupa, o firenk illetini ‹slâm içi-
ne atm›fl; tâ tefrika versin, parçalas›n, yutmas›na haz›r
olsun diye düflünür. O firenk illetine karfl› eskiden beri te-
daviye çal›flt›¤›m›, talebelerim ve bana temas edenler bi-
liyorlar. Madem böyledir; hey efendiler! Her bir hâdiseyi
bahane tutup, bana s›k›nt› vermeye sebep nedir acaba?
fiarkta bir nefer hata etse, garpta bir nefere askerlik mü-
nasebetiyle zahmet ve ceza vermek veya ‹stanbul’da bir
esnaf›n cinayetiyle Ba¤dat’ta bir dükkânc›y› esnafl›k mü-
nasebetiyle mahkûm etmek nev’inden, her hâdise-i dün-
yeviyede bana s›k›nt› vermek hangi usul iledir? Hangi
vicdan hükmeder? Hangi maslahat iktiza eder?
TAR‹HÇE-‹ HAYATI
| 415
E
SK‹fiEH‹R
H
AYATI
iktiza:
lâz›m gelme, gerekme, ih-
tiyaç hissedilme.
illet:
hastal›k, sakatl›k, her zaman
rahats›z eden hastal›k, sayr›l›k.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
lâz›m:
gerek, gerekli, lüzumlu.
madem:
çünkü, için, de¤il mi ki,
...den dolay›, böyle ise, hele.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymifl, hükümlü.
maslahat:
ifl, emir, husus, madde,
keyfiyet.
menfi:
nak›s, negatif, olumsuz.
milliyet ve unsuriyetperverlik
:
kendi milliyetini ve ›rk›n› sev-
meklik.
münasebet:
ilgi, alâka, yak›nl›k.
nazar:
düflünme, fikir, mülâhaza,
niyet.
nefer:
rütbesiz asker, er.
nevi:
tür, çeflit.
flahit:
flahitlik yapan, gördü¤ü ve-
ya bildi¤i fleyi mahkeme önünde
yemin ederek söyleyip davan›n
sonuçlanmas›na yard›m eden
kimse, flahit, tan›k.
flark:
do¤u.
fleyh:
tarikat kurucusu, bir tari-
katta en üst mertebeye ulaflm›fl
kimse.
talebe:
ö¤renciler, tahsil görenler.
tarikat:
Allah’a ulaflmak için, fley-
hin gözetiminde müridin takip
edece¤i terbiye usul ve yolu, se-
yir ü sülûk s›ras›nda tutulan yol.
tefrika:
nifak, ayr›l›k, ayr›lma, bo-
zuflma, anlaflmazl›k.
temas:
ilgilenme, görüflme.
unsuriyetperver:
›rkdafl›n› seven,
›rkç›l›¤› seven.
usul:
tertip, düzen.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayr› fler-
den ay›rt etmeye yard›mc› olan
ahlâkî
duygu.
zahmet:
s›k›nt›, eziyet, meflak-
kat.
zehr-i kàtil:
öldürücü zehir.
bahane:
yalandan özür, as›l
sebebi gizlemek için ileri sü-
rülen uydurma sebep.
bazen:
zaman zaman, ara s›-
ra, her zaman de¤il.
ceza:
suç, kusur, veya yanl›fl
hareket sonunda tatbik edi-
len müeyyide.
cinayet:
adam öldürme, cana
k›yma, katl.
delil:
flahit, belge, tan›k.
esnaf:
bir sanatla veya dük-
kânc›l›kla geçinen (kimse.
ferman-› kat’î:
kesin emir,
buyruk.
fikir:
düflünme, düflünce.
firenk
:
Avrupal›, Frans›z.
garp:
bat›.
hâdise:
vak›a, olay, ilk defa
olan, meydana ç›kan hâl.
hâdise-i dünyeviye:
dünya
ile ilgili hadise, dünyaya ait
olay.
hata:
yanl›fl, yanl›fll›k, galat.
hüküm:
karar, emir, bir konu,
ifl veya kimse hakk›nda veri-
len karar.
1.
‹slâm, Cahiliyetten kalma ›rkç›l›k ve kabilecili¤i ortadan kald›rm›flt›r. [Mana itibar›yla hadis
olup, bu hususta birçok hadis vard›r. Meselâ, “‹slâm dini kendinden önceki bat›l davran›fl
ve adetleri kökünden söküp atar.” (
Keflfü’l-Hafâ
, 1:127.)]
1...,405,406,407,408,409,410,411,412,413,414 416,417,418,419,420,421,422,423,424,425,...1390
Powered by FlippingBook