Öyle de, hâl-i âlemin salâhatini temenni ediyorum, dua
ediyorum ve ehl-i dünyann slahn arzu ediyorum; fakat
irade edemiyorum; çünkü elimden gelmiyor. Bilfiil tefleb-
büs edemiyorum; çünkü ne vazifemdir, ne de iktidarm
var.
D
ÖRDÜNCÜ fiÜPHEL SUAL
:
Ehl-i dünya diyorlar ki: O ka-
dar belâlar gördük ki, kimseye emniyetimiz kalmad? Sa-
na nasl emîn olabiliriz ki, frsat senin eline geçse, arzu
etti¤in gibi karflmazsn?
Elcevap:
Evvelki noktalar size emniyet vermekle bera-
ber, memleketimde, talebe ve akrabam içinde, beni din-
leyenlerin ortasnda, heyecanl hâdiseler içinde dünyan-
za karflmad¤m hâlde, diyar- gurbette ve yalnz, tek ba-
flyla, garip, zaif, âciz, bütün kuvvetiyle ahirete mütevec-
cih, ihtilâttan, muhabereden kesilmifl, iman ve ahiret
münasebetiyle uzaktan uza¤a yalnz baz ehl-i ahireti
dost bulan ve baflka herkese yabanî ve herkes de ona ya-
banî nazaryla bakan bir insan, semeresiz, tehlikeli dün-
yanza karflsa, muzaaf bir divane olmak gerektir.
BEfiNC NOKTA:
Befl küçük meseleye dairdir:
B
RNCS
:
Ehl-i dünya bana diyorlar ki: Bizim usul-i
medeniyetimizi, tarz- hayatmz ve suret-i telebbüsümü-
zü ne için sen kendine tatbik etmiyorsun? Demek bize
muarzsn?
Ben de derim: Hey Efendiler! Ne hak ile bana usul-i
medeniyetinizi teklif ediyorsunuz? Hâlbuki siz, beni
TARHÇE- HAYATI
| 425
E
SKfiEHR
H
AYATI
slah:
iyi bir hâle koyma, iyi duru-
ma getirme, iyilefltirme, düzelt-
me.
ihtilât:
karflp görüflme, iliflkide
bulunma, beraber yaflama.
iktidar:
güç yetme, yapabilme,
bir ifli gerçeklefltirmek için gere-
ken kuvvet.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
irade:
dileme, isteme, bir fleyi
yapma veya yapmama konusun-
da karar verebilme ve bu karar
yerine getirme gücü.
memleket:
bir devletin topra¤,
ülke, yurt, vatan, diyar.
mesele:
konu.
muarz:
muhalefet eden, karfl ç-
kan, muhalif.
muhabere:
haberleflme, mektup-
laflma, yazflma.
muzaaf:
kat kat, iki kat, iki misli,
katmerli.
münasebet:
ilgi, alâka, yaknlk.
müteveccih:
teveccüh eden, bir
tarafa, bir cihete dönen, yönelen.
nazar:
düflünme, fikir, mülâhaza,
niyet.
semere:
netice, sonuç.
sual:
soru.
suret-i telebbüs:
giyinme flekli,
tarz, biçimi.
talebe:
ö¤renciler, tahsil görenler.
tarz- hayat:
hayat tarz, yaflama
flekli.
tatbik:
yerine getirme, uygula-
ma.
teklif:
birinden eziyetli, zahmetli
fakat di¤eri hakknda yararl bir ifl
isteme.
temenni:
olmasn veya olmama-
sn isteme.
teflebbüs:
bir ifli yapmak için ha-
rete geçme, bafllama, giriflme.
usûl-i medeniyet:
medeniyet
usûlü, kaidesi, prensibi.
vazife:
ahlâk veya ifl icab yapl-
mas gereken ifl, görev.
yabanî:
ilkel durumda yaflayan,
vahflî.
zaif:
zayf, güçsüz, kuvvetsiz, ta-
katsiz, dermansz.
âciz:
eli yetmez, gücü yet-
mez, güçsüz.
ahiret:
öbür dünya, öteki
dünya, kyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
akraba:
yaknlar, aralarnda
soyca yaknlk bulunanlar, h-
smlar.
arzu:
bir fleye karfl duyulan
istek, heves.
belâ:
musibet, gam, keder,
afet, sknt.
bilfiil:
fiilen, bizzat kendi ça-
lflmas ile yaparak, uygula-
mada.
dair:
belli bir fley hakknda
olan, alâkal, müteallik, ait, il-
gili.
divane:
deli, akl baflnda ol-
mayan, budala, alk.
diyar- gurbet:
gurbet diyar,
yabanc memleket, gurbet ili.
dua:
Allaha yalvarma, niyaz.
ehl-i ahiret:
ahiretini düflü-
nenler.
ehl-i dünya:
dünyaya ba¤l,
dünya adam, ahireti düflün-
meyen.
emin olma:
inanma, güven-
me.
emniyet:
inanma, güvenme.
evvelki:
önceki.
frsat:
bir ifl için en uygun za-
man ve hâl.
garip:
kimsesiz, zavall.
hâdise:
vaka, olay, ilk defa
olan, meydana çkan hâl.
hâlbuki:
hakikat ve do¤rusu
fludur ki, öyle iken, oysa ki,
hakikat flu ki.
hâl-i âlem:
dünyann vaziye-
ti, âlemin durumu.