Bir zaman, cerbezeli bir padiflah, adalet niyetiyle çok
zulüm ediyormufl. Bir muhakkik âlim ona demifl: Ey hâ-
kim! Sen, raiyyetine adalet namyla zulüm ediyorsun.
Çünkü tenkitkârâne cerbezeli nazarn, zamanen müte-
ferrik kusurat, birden toplar, bir zamanda tasavvur edip,
sahibini fliddetli bir cezaya çarpyorsun. Hem, bir kavmin
müteferrik efradndan vücuda gelen kusurat, o tenkitkâr
cerbezeli nazarnda topluyorsun. Sonra o perde ile, o ta-
ifenin her bir ferdine karfl bir nefret, bir hiddet size ge-
lir; haksz olarak onlara vurursun. Evet, senin bir sene
zarfnda att¤n tükürük, bir günde senden çkmfl bulun-
sa, içinde bo¤ulacaksn; müteferrik zamanda istimal etti-
¤in sulfato gibi ac ilâçlar, bir günde birkaç kifli istimal et-
se, hepsini de öldürebilir. flte ayn bunun gibi, mehasi-
nin ortalarnda bulunmasyla, ara sra kusurat setretmek
lâzm gelirken, sen, raiyyetine karfl kusurat izale eden
mehasini düflünmeden, cerbezeli nazarnla müteferrik
kusurat toplayp, a¤r ceza veriyorsun. flte o padiflah,
o muhakkik âlimin ikazatyla, adalet namna yapt¤ zu-
lümden kurtuldu.
Gizli bir kuvvet, bililtizam beni mahkûm etmek istiyor.
Ve her bahaneyi bulup, bin dereden su getirmek gibi her
bir çareye müracaat edip, kurdun keçiye bahanesinden
daha garip bahanelerle beni itham altna almak ve mah-
kûm ettirilmek istenildi¤imi hissediyorum. Meselâ, üç ay-
dr bu kelimeyi tekrar ediyorlar: Said-i Kürdî, dini siya-
sete alet ediyor! Ben de bütün mukaddesata yemin edi-
yorum ki, bin siyasetim olsa, hakaik- imaniyeye feda
adalet:
her hak sahibine hakknn
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
âlim:
ilim ile u¤raflan, ilim adam.
bahane:
yalandan özür, asl sebe-
bi gizlemek için ileri sürülen uy-
durma sebep.
bililtizam:
ifl edinerek, özel suret-
te kast ü niyetle.
cerbeze:
hakl haksz sözlerle ha-
kikati gizlemek, aldatc sözlerle
kurnazlk, ayyarlk etmek.
çare:
çkfl yolu, yardm.
efrat:
fertler, bireyler.
fedâ:
gözden çkarma, u¤runa
verme.
fert:
flahs, kifli.
garip:
tuhaf, flafllacak, bambafl-
ka.
hakaik- imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hâkim:
memleketi idare eden,
hükümdar.
hiddet:
öfke, kzgnlk, gadap, h-
flm.
ikazat:
ikazlar, uyarmalar, ten-
bihler.
ilâc:
hastal¤ tedavide kullanlan
madde.
istimâl:
kullanma.
itham:
kabahatli görme, töhmet-
lendirme, suçlu görme, suçlama,
suç isnat etme.
izale:
giderme, giderilme.
kavim:
topluluk.
kusûrat:
kusurlar, noksanlklar,
eksiklikler, özürler, suçlar, kaba-
hatler.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymifl, hükümlü.
mehasin:
güzellikler, hüsünler,
iyilikler.
meselâ:
misal olarak, flunun gibi,
söz gelifli, faraza.
394 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
E
SKfiEHR
H
AYATI
muhakkik:
tahkik eden, ger-
çe¤i arafltran, gerçe¤i araflt-
rp bulan, bir fleyin iç yüzünü
inceleyerek vakf olan.
mukaddesat:
mukaddes olan
fleyler, kutsal fleyler, müba-
rek, aziz, temiz, yüce olarak
kabul edilen fleyler.
müracaat:
baflvurma, danfl-
ma.
müteferrik
:
çeflitli, ayr ayr.
nam:
ad, isim.
nazar:
düflünme, fikir, mülâ-
haza, niyet.
nefret:
bir fleyden veya kim-
seden i¤renme, tiksinme, ik-
rah.
niyet:
maksat, meram.
padiflah:
büyük flah, hüküm-
dar, hükümdarlar hükümdar,
sultan, melik.
raiyet:
bir devletin tebaas
olan ve vergi veren halk.
setretmek:
örtmek, kapat-
mak, gizlemek.
siyaset:
politika.
sulfato:
stma hap.
taife:
kavim, kabile.
tasavvur:
bir fleyi zihinde fle-
killendirme, tasarlama, kur-
ma.
tenkîtkâr:
tenkit eden.
tenkîtkârâne:
tenkit edene
yakflr flekilde, tenkit ederce-
sine.
vücut:
var olma, var olufl, var-
lk.
yemîn:
and, kasem.
zarfnda:
içerisinde.
zulüm:
hakszlk, eziyet, cefa,
iflkence.