Tarihçe-i Hayat - page 394

Bir zaman, cerbezeli bir padiflah, adalet niyetiyle çok
zulüm ediyormufl. Bir muhakkik âlim ona demifl: “Ey hâ-
kim! Sen, raiyyetine adalet nam›yla zulüm ediyorsun.
Çünkü tenkitkârâne cerbezeli nazar›n, zamanen müte-
ferrik kusurat›, birden toplar, bir zamanda tasavvur edip,
sahibini fliddetli bir cezaya çarp›yorsun. Hem, bir kavmin
müteferrik efrad›ndan vücuda gelen kusurat›, o tenkitkâr
cerbezeli nazar›nda topluyorsun. Sonra o perde ile, o ta-
ifenin her bir ferdine karfl› bir nefret, bir hiddet size ge-
lir; haks›z olarak onlara vurursun. Evet, senin bir sene
zarf›nda att›¤›n tükürük, bir günde senden ç›km›fl bulun-
sa, içinde bo¤ulacaks›n; müteferrik zamanda istimal etti-
¤in sulfato gibi ac› ilâçlar›, bir günde birkaç kifli istimal et-
se, hepsini de öldürebilir. ‹flte ayn› bunun gibi, mehasi-
nin ortalar›nda bulunmas›yla, ara s›ra kusurat› setretmek
lâz›m gelirken, sen, raiyyetine karfl› kusurat› izale eden
mehasini düflünmeden, cerbezeli nazar›nla müteferrik
kusurat› toplay›p, a¤›r ceza veriyorsun.” ‹flte o padiflah,
o muhakkik âlimin ikazat›yla, adalet nam›na yapt›¤› zu-
lümden kurtuldu.
Gizli bir kuvvet, bililtizam beni mahkûm etmek istiyor.
Ve her bahaneyi bulup, bin dereden su getirmek gibi her
bir çareye müracaat edip, kurdun keçiye bahanesinden
daha garip bahanelerle beni itham alt›na almak ve mah-
kûm ettirilmek istenildi¤imi hissediyorum. Meselâ, üç ay-
d›r bu kelimeyi tekrar ediyorlar: “Said-i Kürdî, dini siya-
sete alet ediyor!” Ben de bütün mukaddesata yemin edi-
yorum ki, bin siyasetim olsa, hakaik-› imaniyeye feda
adalet:
her hak sahibine hakk›n›n
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
âlim:
ilim ile u¤raflan, ilim adam›.
bahane:
yalandan özür, as›l sebe-
bi gizlemek için ileri sürülen uy-
durma sebep.
bililtizam:
ifl edinerek, özel suret-
te kast ü niyetle.
cerbeze:
hakl› haks›z sözlerle ha-
kikati gizlemek, aldat›c› sözlerle
kurnazl›k, ayyarl›k etmek.
çare:
ç›k›fl yolu, yard›m.
efrat:
fertler, bireyler.
fedâ:
gözden ç›karma, u¤runa
verme.
fert:
flah›s, kifli.
garip:
tuhaf, flafl›lacak, bambafl-
ka.
hakaik-› imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hâkim:
memleketi idare eden,
hükümdar.
hiddet:
öfke, k›zg›nl›k, gadap, h›-
fl›m.
ikazat:
ikazlar, uyarmalar, ten-
bihler.
ilâc:
hastal›¤› tedavide kullan›lan
madde.
istimâl:
kullanma.
itham:
kabahatli görme, töhmet-
lendirme, suçlu görme, suçlama,
suç isnat etme.
izale:
giderme, giderilme.
kavim:
topluluk.
kusûrat:
kusurlar, noksanl›klar,
eksiklikler, özürler, suçlar, kaba-
hatler.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymifl, hükümlü.
mehasin:
güzellikler, hüsünler,
iyilikler.
meselâ:
misal olarak, flunun gibi,
söz gelifli, faraza.
394 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
E
SK‹fiEH‹R
H
AYATI
muhakkik:
tahkik eden, ger-
çe¤i araflt›ran, gerçe¤i araflt›-
r›p bulan, bir fleyin iç yüzünü
inceleyerek vak›f olan.
mukaddesat:
mukaddes olan
fleyler, kutsal fleyler, müba-
rek, aziz, temiz, yüce olarak
kabul edilen fleyler.
müracaat:
baflvurma, dan›fl-
ma.
müteferrik
:
çeflitli, ayr› ayr›.
nam:
ad, isim.
nazar:
düflünme, fikir, mülâ-
haza, niyet.
nefret:
bir fleyden veya kim-
seden i¤renme, tiksinme, ik-
rah.
niyet:
maksat, meram.
padiflah:
büyük flah, hüküm-
dar, hükümdarlar hükümdar›,
sultan, melik.
raiyet:
bir devletin tebaas›
olan ve vergi veren halk.
setretmek:
örtmek, kapat-
mak, gizlemek.
siyaset:
politika.
sulfato:
s›tma hap›.
taife:
kavim, kabile.
tasavvur:
bir fleyi zihinde fle-
killendirme, tasarlama, kur-
ma.
tenkîtkâr:
tenkit eden.
tenkîtkârâne:
tenkit edene
yak›fl›r flekilde, tenkit ederce-
sine.
vücut:
var olma, var olufl, var-
l›k.
yemîn:
and, kasem.
zarf›nda:
içerisinde.
zulüm:
haks›zl›k, eziyet, cefa,
iflkence.
1...,384,385,386,387,388,389,390,391,392,393 395,396,397,398,399,400,401,402,403,404,...1390
Powered by FlippingBook