Risale-i Nur, vehim ve vesveseleri mahvediyor, akla ge-
len sualleri, istifhamlar›, nefsi ilzam, kalbi ikna ederek
cevapland›r›yor. Risale-i Nur, hem akl›, hem kalbi tenvir
eder, nurland›r›r, hem nefsi musahhar eder. Bunun için-
dir ki, yaln›z ak›lla giden ehl-i mektep ve ehl-i felsefe ve
kalb yoluyla giden ehl-i tasavvuf, Risale-i Nur’a sar›l›yor-
lar. Ve ehl-i mektep ve felsefe anl›yorlar ki, hakikî mü-
nevverlik, ak›l ve kalp nurunun mezciyle kabildir. Yaln›z
ak›lla gitmek, akl› göze indiriyor. Bu hâl ise, bir kanad›
k›r›k olan›n mahkûm oldu¤u sukùtu netice veriyor. ‹hlâs-
l›, hâlis ehl-i tasavvuf idrak ediyor ki, demek zaman es-
ki zaman de¤ildir; böyle bir zamanda, hem kalp ile, hem
ak›l ile bizi hakikat yolunda götürecek ve hakikate vâs›l
edecek Kur’ânî bir yol lâz›md›r ki, biz zülcenaheyn olabi-
lelim.
(HAfi‹YE)
‹ntibaha gelmifl olan ehl-i medrese vâk›f olu-
yorlar ki, eski zamanda medrese usulü ile on befl senede
elde edilebilen imanî ve ‹slâmî netice bu zamanda, Risa-
le-i Nur’la on befl haftada elde edilebiliyor. Üstad›m›z bu-
yuruyorlar ki: “
Bir sene Risale-i Nur derslerini anlayarak
ve kabul ederek okuyan kimse, bu zaman›n mühim ve
hakikatli bir âlimi olabilir
.”
TAR‹HÇE-‹ HAYATI
| 1065
I
SPARTA
H
AYATI
kümlü; mecbur, çaresiz.
mahv:
yok etme, ortadan kald›r-
ma, bitme.
medrese:
e¤itim ve ö¤retim ku-
rumu.
mezc:
katma, kar›flt›rma.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münevver:
nurlu, ›fl›kl›, parlak.
musahhar:
boyun e¤en, emir al-
t›na giren, istenilen hâle konul-
mufl.
nefs:
kötü vas›flar› kendisinde
toplayan hay›rl› ifllerden al›koyan
güç.
nur:
ayd›nl›k, par›lt›, ›fl›k.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
ad›.
sual:
soru.
sükût:
düflme, düflüfl; suskunluk.
tenvir:
nurland›rma, ayd›nlatma,
›fl›kland›rma.
usûl:
metot, düzen.
vâk›f:
bir fleyi elde eden, bir iflten
haberli olan.
vas›l:
ulaflan, eriflen, kavuflan.
vehim:
zan, flüphe, yanl›fl ve
esass›z düflünce.
vesvese:
flüphe, kuruntu, kalbe
gelen as›ls›z kötü ve sinsi düflün-
ce.
zülcenaheyn:
çift kanatl›, iki ka-
natl›.
HAfi‹YE:
Yetmifl-seksen senelik bir seyr-i sülûkla kutbiyete ve gavsiyete
eriflen pek ender zatlar›n bir noktaya kadar gidip “Buras› müntehad›r,
ilersine gidilmez” dedikleri mertebeleri, Bediüzzaman, Kur’ân’dan buldu-
¤u bir yolla, ilimle daha ilerisine gitti¤ini, Arabî
Mesnevî-i Nuriye
mecmu-
as›n› mütalâa eden zatlar söylüyorlar. Büyük bir flaheser olan bu Arabî
eseri mütalâa eden o müdakkik ehl-i ilim, “Bu eserdeki çok derin ve pek
ince ve gayet derecede yüksek hakikatlerden ne kadar istifade edebilsek
bize kârd›r” diyorlar.
âlim:
ilim ile u¤raflan, ilim
adam›.
ehl-i felsefe:
filozoflar, felsefe
ile u¤raflan veya taraftar
olanlar.
ehl-i medrese:
medrese ehli,
medresede okuyanlar.
ehl-i mektep:
mektepli, okul-
lu, e¤itim ve tahsil görenler.
ehl-i tasavvuf:
tasavvuf ehli,
kalbini dünyan›n geçici he-
veslerinden ar›nd›r›p Allah
sevgisiyle yaflayan kimseler.
ehl-i tasavvuf:
tasavvuf ehli,
kalbini dünyan›n geçici he-
veslerinden ar›nd›r›p Allah
sevgisiyle yaflayan kimseler.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
halis:
samimî, her amelini
yaln›z Allah r›zas› için iflleyen.
hafliye:
dipnot.
idrak:
ak›l erdirme, anlama,
kavrama kabiliyeti.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
baflka bir karfl›l›k beklemek-
sizin, s›rf Allah r›zas› için yap-
ma.
ilzam:
susturma, cevap vere-
mez hâle getirme.
imanî:
imana dair olan, iman-
la ilgili.
intibâh:
uyan›kl›k.
‹slâmî:
‹slâm ile alâkal›, ‹sla-
ma ait.
istifham:
zihni iflgal eden so-
ru.
kabil:
mümkün, ihtimal da-
iresinde.
Kur’ânî:
Kur’ân’a uygun,
Kur’ân’a ait.
mahkûm:
hüküm giymifl, hü-