lâzm geliyor. Hâlbuki, kumandan- azam, emriyle, kanu-
nuyla, nazaryla, hükmüyle, ilmiylesureten oldu¤u gibi,
manen de kumandan isebizzat zatyla o neferin yann-
da bulunur, görür. fiu hakikat On Altnc Sözde gayet
katî bir surette ispat edildi¤inden, ona iktifaen burada
ksa kesiyoruz.
Yine hatra gelir ki
: Sen kalbinden dersin, Ben sema-
vat inkâr ediyorum, melâikelere inanmyorum; semavat-
ta birinin gezmesine, melâikelerle görüflmesine nasl ina-
naym?
Evet, senin gibi akl gözüne inmifl ve gözüne perde çe-
kilmifl adamlara söz anlatmak ve bir fley göstermek el-
bette müflküldür. Fakat, hak o kadar parlaktr ki, körler
de görebildi¤i için biz de deriz ki: Feza-i ulvî, bilittifak esîr
ile doludur. Ziya, elektrik, hararet gibi sair seyyalât- lâti-
fe, o fezay dolduran bir maddenin vücuduna delâlet
eder. Meyveler, a¤acn; çiçekler, çimenlerini; sümbüller,
tarlalarn; balklar, denizini bilbedahe gösterdi¤i gibi; flu
yldzlar dahi, bizzarure, menflelerini, tarlasn, denizini,
çimengâhnn vücudunu akln gözüne sokuyorlar.
Madem âlem-i ulvîde muhtelif teflkilât var, muhtelif va-
ziyetlerde muhtelif ahkâmlar görünüyor; öyle ise, o ah-
kâmlarn menfleleri olan semavat muhteliftir. nsanda, ci-
simden baflka nasl akl, kalp, ruh, hayal, hafza gibi ma-
nevî vücutlar da var; elbette, insan- ekber olan âlemde
ve flu insan meyvesinin fleceresi olan kâinatta, âlem-i cis-
maniyetten baflka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, tâ
SÖZLER | 927
O
TUZ
B
RNC
S
ÖZ
gayet:
çok, son derece.
hafza:
insanda hatrlama duygu-
su.
hak:
gerçek, do¤ru.
hakikat:
gerçek.
hararet:
scaklk, s.
hatra gelme:
zihne, akla gelme,
hatrlama.
hüküm:
karar, emir, buyruk.
iktifaen:
yeterli görerek, yetine-
rek.
inkâr:
kabul etmemek, reddet-
mek.
insan- ekber:
en büyük insan.
ispat:
delil ve flahit göstererek
do¤ruyu ortaya koyma.
kâinat:
âlem.
kalp:
insanda duygularn merkezi
olan manevî varlk.
katî:
kesin, flüphesiz.
kumandan- azam:
en büyük ko-
mutan.
lâzm:
gerekli.
manen:
manevî olarak, mana iti-
baryla.
manevî:
maddî olmayan, mana-
ya ait olan; görünmeyen.
melâike:
melekler.
menfle:
kaynak, esas, kök.
muhtelif:
farkl, çeflitli.
muhtelif ahkâmlar:
çeflitli hü-
kümler.
muhtelif teflkilât:
çeflitli kurulufl-
lar, çeflitli yaplanmalar.
muhtelif vaziyetler:
çeflitli du-
rumlar.
müflkül:
güç, zor.
nazar:
görüfl, bakfl.
nefer:
rütbesiz asker, er.
ruh:
can, manevî varlk, nefis, in-
sandaki canll¤n ve dirili¤in, kay-
na¤ olan sr.
sair:
di¤er, baflka.
semavat:
semalar, gökler.
seyyalât- lâtife:
flk, hava, elekt-
rik gibi fleffaf olan akp giden var-
lklar.
suret:
biçim, tarz, flekil.
sureten:
görünüfl itibaryla, flekil-
ce.
flecere:
a¤aç.
vücut:
var olufl, varlk.
zat:
kendi, flahs.
ziya:
flk.
ahkâm:
emirler, hükümler.
akl:
düflünce, zekâ, anlayfl.
âlem:
bütün evren, tüm var-
lklar; dünya.
âlem-i arz:
dünya âlemi.
âlem-i cismaniyet:
madde
âlemi.
âlem-i ulvî:
yüksek, yüce
âlem; semaya ait âlem.
bilbedahe:
apaçk bir flekilde.
bilittifak:
ittifakla, fikir ve gö-
rüfl birli¤iyle.
bizzarure:
kesinlikle, mecbu-
ren.
bizzat:
kendisi, kendi, flahsen.
cisim:
madde, beden, vücut.
çimengâh:
çimenlik.
delâlet:
delil olma, gösterme.
esîr:
kâinattaki boflluklar dol-
duran, havadan hafif olup s
ve fl¤ nakleden madde.
feza:
uzay.
feza-i ulvî:
genifl ve yüksek
uzay.