Sözler - page 926

Yine hat›ra geliyor ki
: Ey müstemi! Sen kalbinden di-
yorsun ki, “Nas›l inanay›m? Her fleyden daha yak›n bir
Rabbe, binler sene mesafeyi katedip yetmifl bin perdeyi
geçtikten sonra Onunla görüflmek ne demektir?”
Biz de deriz ki
: Cenab-› Hak her fleye, her fleyden da-
ha yak›nd›r; fakat, her fley Ondan nihayetsiz uzakt›r.
Nas›l ki güneflin fluuru ve konuflmas› olsa, senin elin-
deki âyine vas›tas› ile seninle konuflabilir, istedi¤i gibi
sende tasarruf eder. Belki âyinemisal senin göz bebe¤in-
den sana daha yak›n oldu¤u hâlde, sen dört bin sene ka-
dar ondan uzaks›n, hiçbir cihette ona yanaflamazs›n.
E¤er terakki etsen, kamer makam›na gelip, do¤rudan
do¤ruya bir mukabele noktas›na ç›ksan, ona, yaln›z bir
nevi âyinedarl›k edebilirsin. Öyle de, fiems-i Ezel ve
Ebed olan Zat-› Zülcelâl, her fleye her fleyden daha yak›n
oldu¤u hâlde, her fley Ondan nihayetsiz uzakt›r. Yaln›z
bütün mevcudat› katedip, cüz’iyetten ç›k›p, külliyetin
meratibinde git gide binler hicaplardan geçip, tâ bütün
mevcudata muhit bir ismine yanafl›r, Ondan daha ileride
çok meratibi kateder, sonra bir nevi kurbiyete müflerref
olur.
Hem meselâ, bir nefer, kumandan-› azam›n flahs-› ma-
nevîsinden çok uzakt›r. O nefer, kumandan›n›, onbafl›l›k-
ta gördü¤ü küçük bir numune ile gayet uzak bir mesafe-
de, manevî çok perdeler arkas›nda ona bakar. Hakikî
onun flahs-› manevîsiyle kurbiyet ise, mülâz›ml›k, yüzba-
fl›l›k, binbafl›l›k gibi çok meratib-i külliyeden geçmek
âyine:
ayna.
âyinedarl›k:
aynal›k.
âyinemisal:
ayna gibi.
binbafl›:
tabur komutan›.
cihet:
yön, taraf.
cüz’iyet:
cüz’î olufl, küçüklük; fert
olufl.
gayet:
çok, son derece.
hakikî:
gerçek, gerçekten.
hat›r:
kalbe gelme, hat›rlama.
hicap:
perde, örtü, engel.
kamer makam›:
ay›n bulundu¤u
yer.
kamer:
ay.
katetmek:
geçmek, aflmak.
kumandan-› azam:
en büyük ko-
mutan.
kurbiyet:
yak›nl›k, Allah’a yak›n-
l›k kazanma.
külliyet:
bütünlük, umumîlik, ge-
nellik.
manevî:
maddî olmayan, mana-
ya ait.
meratib-i külliye:
külli mertebe-
ler, pek çok derece.
meratip:
mertebeler, kademeler,
dereceler.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her fley, kâinat.
muhit:
kuflatan, saran.
mukabele noktas›:
karfl›laflma
noktas›.
mülâz›m:
te¤men.
müstemi:
dinleyen, dinleyici.
müflerref olmak:
flereflenmek,
onurlanmak.
nefer:
rütbesiz asker, er.
nevi:
çeflit; cins.
nihayetsiz:
sonsuz.
numune:
örnek.
onbafl›:
askeri rütbede ilk de-
rece.
perde:
kap›, örtü, peçe; engel.
Rab:
besleyen, yetifltiren,
verdi¤i nimetlerle mahlûkat›
›slah ve terbiye eden Allah.
flahs-› manevî:
manevî flah›s,
belli bir kifli olmay›p bir ce-
maatten meydana gelen ma-
nevî kiflilik.
fiems-i Ezel ve Ebed:
varl›¤›
ezelî ve ebedî olup bir günefl
gibi ezelî ve ebedî nurland›-
ran Allah.
fluur:
anlay›fl, idrak, bilinç.
tasarruf etme:
faaliyet ve ic-
raatta bulunma, kullanma.
terakki:
yükselme, ilerleme,
geliflme.
vas›ta:
arac›.
yüzbafl›:
bölük komutan›.
Zat-› Zülcelâl:
celâl ve büyük-
lük sahibi zat, Allah.
926 | SÖZLER
O
TUZ
B
‹R‹NC‹
S
ÖZ
1...,916,917,918,919,920,921,922,923,924,925 927,928,929,930,931,932,933,934,935,936,...1482
Powered by FlippingBook