Sözler - page 887

Evet, fleytanlar, güya
ene’
nin gaga ve pençesiyle din-
siz feylesoflar›n›n ak›llar›n› havaya kald›r›p, dalâlet dere-
lerine at›p da¤›tm›flt›r.
Küçük âlemde
ene
, büyük âlemde
tabiat
gibi ta¤utlardand›r.
p
In
hr
ôo
© r
dÉp
H n
?°n
ùr
ªn
à°r
SG p
ón
?n
a $Ép
H r
øp
er
D
ƒo
j n
h p
äƒo
ZÉ s
£dÉp
H r
ôo
Ø`r
µ
n
j r
øn
ªn
a
1
@ l
º«/
?n
Y l
™«/
ª°n
S *Gn
h Én
¡ n
d n
?É°n
üp
Ør
fG n
’ ?'
? r
Ko
ƒ r
dG
Geçen hakikati tenvir edecek bir seyahat-i hayaliye su-
retinde nimmanzum olarak
Lemaat
’ta yazd›¤›m bir va-
k›a-i misaliyenin mealini flurada zikretmeye münasebet
geldi. fiöyle ki:
Bu risalenin telifinden sekiz sene evvel, ‹stanbul’da,
Ramazan-› fierifte, meslek-i felsefe ile münasebette bulu-
nan Eski Said’in Yeni Said’e ink›lâp edece¤i bir hengâm-
dad›r ki, Fatiha-i fierifenin ahirinde
2
@n
Ú
u
dÉ B ° s
†dG n
’n
h r
ºp
¡r
«n
?n
Y p
܃o
°†r
¨ n
Ÿr
G p
ôr
«n
Z r
ºp
¡r
«n
?n
Y n
âr
ªn
©r
fn
G n
øj/
ò s
dG n
•Gn
öp
U
ile iflaret etti¤i üç mesle¤i düflünürken flöyle bir vak›a-i
hayaliye, bir hâdise-i misaliye, rüyaya benzer bir hâdise
gördüm ki:
Kendimi bir sahra-i azîmede görüyorum. Bütün zemi-
nin yüzünü karanl›kl›, s›k›c› ve bo¤ucu bir bulut tabakas›
kaplam›fl. Ne nesim var, ne ziya, ne âb-› hayat—hiçbiri-
si bulunmuyor. Her taraf› canavarlar, muz›r ve muvahhifl
mahlûklarla dolu oldu¤unu tevehhüm ettim. Kalbime
geldi ki: “fiu zeminin öteki taraf›nda ziya, nesim, âb-› ha-
yat var. Oraya geçmek lâz›m.” Bakt›m ki, ihtiyars›z sevk
SÖZLER | 887
O
TUZUNCU
S
ÖZ
hâdise:
olay.
hâdise-i misaliye:
misalî bir hâdi-
se fleklinde.
hakikat:
gerçek.
hengâm:
zaman, an.
ihtiyar:
irade, istek.
ink›lâp:
de¤iflim.
mahlûkat:
varl›klar.
meal:
anlam.
meslek-i felsefe:
felsefe yolu.
muvahhifl:
yabanc›, ürkütücü.
muz›r:
zararl›.
münasebet:
ba¤lant›, iliflki.
nesim:
hofl bir esinti.
nimmanzum:
yar› fliir tarz›nda.
risale:
kitapç›k.
sahra-i azîme:
büyük bir ova.
sevk:
gönderme.
seyahat-› hayaliye:
hayali yolcu-
luk.
suret:
biçim.
ta¤ut:
heva ve hevesi rehber edi-
nerek insan› yoldan ç›karan, zul-
me ve küfre götüren her fley.
telif:
yaz›m.
tenvir:
ayd›nlatma.
tevehhüm:
kuruntu.
vak›a-i misaliye:
örnek olay.
vak›a-i hayaliye:
hayale dayal›
olay.
Yeni Said:
1918 y›l›ndan sonraki
devre.
zemin:
yer.
zikretmek:
anmak, belirtmek.
ziya:
›fl›k.
âb-› hayat:
hayat suyu.
âlem:
dünya, kâinat.
dalâlet:
sap›kl›k, do¤ru yol-
dan ayr›lma.
ene:
ben, benlik.
Eski Said:
Bediüzzaman’›n
1918 y›l›na kadar yaflad›¤› de-
vir.
güya:
sanki.
1.
Kim insanlar› Allah’›n yolundan sapt›r›p isyana sürükleyen ve birer ma’bud gibi k›ymet ve-
rilen ta¤utlar› reddeder ve Allah’a iman ederse, iflte o, kopmaz ve k›r›lmaz, sapasa¤lam bir
kulpa yap›flm›flt›r. Allah ise her fleyi hakk›yla ifliten, her fleyi hakk›yla bilendir. (Bakara Suresi:
256.)
2.
Kendilerine nimet ve ihsanda bulundu¤un peygamberlerinin ve onlara tâbi olan salih kul-
lar›n›n yoluna ilet—gazab›na u¤rayanlar›n ve sap›tm›fl olanlar›n yoluna de¤il. (Fatiha Suresi: 7.)
1...,877,878,879,880,881,882,883,884,885,886 888,889,890,891,892,893,894,895,896,897,...1482
Powered by FlippingBook