rububiyette bir nevi flirket verip, Hâl›k-› Zülcelâl’e
akl-›
evvel
nam›nda bir mahlûku verip âdeta sair mülkünü es-
baba ve vesaite taksim ederek, bir flirk-i azîme yol açan
flirkâlûd ve dalâletpifle o felsefenin düsturu nerede? Hü-
keman›n yüksek k›sm› olan ‹flrakiyyun böyle halt etseler,
maddiyyun, tabiiyyun gibi k›s›mlar› ne kadar halt edecek-
lerini k›yas edebilirsin.
•
Dördüncü misal
: Nübüvvetin düstur-u hakîmâne-
sinden
1
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
íu
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
?n
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
s›rr›yla, “Her fleyin,
her zîhayat›n neticesi ve hikmeti, kendine ait bir ise, Sâ-
niine ait neticeleri, Fât›r’›na bakan hikmetleri binlerdir.
Her bir fleyin, hatta bir meyvenin, bir a¤ac›n meyveleri
kadar hikmetleri, neticeleri bulundu¤u” mahz-› hakikat
olan düstur-u hikmet nerede; felsefenin “Her bir zîhaya-
t›n neticesi kendine bakar veyahut insan›n menafiine ait-
tir” diye, koca bir da¤ gibi a¤aca hardal gibi bir meyve,
bir netice takmak gibi gayet manas›z bir abesiyet içinde
gördü¤ü hikmetsiz hikmet-i müzahrefe düsturlar› nere-
de? fiu hakikat Onuncu Sözün Onuncu Hakikatinde bir
derece gösterildi¤inden k›sa kestik.
‹flte bu dört misale binler misali k›yas edebilirsin.
Le-
maat
nam›ndaki bir risalede bir k›sm›na iflaret etmifliz.
2
‹flte, felsefenin flu esasat-› fasidesinden ve netaic-i va-
himesindendir ki, ‹slâm hükemas›ndan, ‹bni Sina ve Fa-
rabî gibi dâhîler, flaflaa-i sûriyesine meftun olup, o mes-
le¤e aldan›p, o mesle¤e girdiklerinden, adî bir mü’min
abesiyet:
anlams›z, bofl.
adî:
de¤ersiz.
ahir:
son.
akl-› evvel:
dine muhalif felsefe-
nin Allah’a nispet ettikleri s›fat,
kendini ak›ll› sanan.
dâhî:
son derece zeki kimse, de-
ha ve hikmet sahibi.
dalâletpifle:
dalâlet ve sapk›nl›¤›
meslek hâline getiren.
derç:
içine almak, katmak.
düstur:
prensip.
düstur-u hakîmâne:
belli bir hik-
met ve gayeye yönelmifl prensip-
ler.
düstur-u hikmet:
aklî prensipler,
hikmetli ve maksatl› düstur.
esasat-› faside:
yanl›fla götüren
esaslar, fesada götüren bozuk
prensipler.
esbap:
sebepler.
Farabî:
bkz. fiah›s Bilgileri.
hakikat:
gerçek.
halt etme:
münasebetsizlikle her
fleyi kar›flt›rma.
halt:
kar›flt›rma, hata etme.
Hâl›k-› Zülcelâl:
celâl ve azamet
sahibi yarat›c›.
hardal:
çok küçük tohumlar› olan
bir bitki.
hikmet:
‹lâhî gaye, fayda.
hikmet-i müzahrefe:
süslü ve
yalan sözler.
hikmetsiz:
hikmeti olmayan, an-
lams›z.
hükema:
felsefe hocalar›, filozof-
lar.
‹bni Sina:
bkz. fiah›s Bilgileri.
‹flrakiyyun:
bilginin kayna¤›n›n
manevî ayd›nlanma, sezgi ve il-
ham oldu¤u görüflünü savunan-
lar.
k›yas:
benzetmek; karfl›laflt›rma.
maddiyyun:
materyalistler, her
fleyi maddeye ba¤layanlar.
mahlûk:
yarat›lm›fl.
mahz-› hakikat:
gerçe¤in tâ ken-
disi.
manas›z:
anlams›z.
meftun:
afl›r› tutkun.
menafi:
faydal›.
misal:
örnek.
nam:
isim, ad; ünvan.
netaic-i vahime:
tehlikeli sonuç-
lar.
netice:
sonuç.
nevi:
çeflit.
nübüvvet:
peygamberlik.
risale:
mektup anlam›nda kü-
çük kitap.
rububiyet:
terbiye, tedbir ve
idarecilik.
sair:
di¤er.
s›r:
gizli fley, gizem.
flaflaa-i sûriye:
görünüflteki
debdebe.
flirkâlûd:
flirke bulaflm›fl.
flirket vermek:
Allah’a ortak
koflmak.
flirk-i azîm:
büyük flirk.
tabiiyyun:
tabiatç›lar, yarat›c›
olarak tabiat› kabul edenler.
vesait:
vas›talar.
zîhayat:
canl›.
1.
Hiçbir fley yoktur ki, Onu övüp Onu tesbih etmesin. (‹sra Suresi: 44.)
2.
Lemaat Risalesi Üstad›m›z›n tensipleriyle, bu Sözler Mecmuas›n›n ahirinde derç edilmifltir.
884 | SÖZLER
O
TUZUNCU
S
ÖZ