flte, flu parlak nuranî, güzel yüz, hayattar ve manidar
bir çekirdek hükmüne geçmifl ki; Hâlk- Zülcelâl, bir fle-
cere-i tuba-i ubudiyeti, ondan halk etmifltir ki, onun mü-
barek dallar âlem-i befleriyetin her tarafn nuranî mey-
velerle tezyin etmifltir. Bütün zaman- mazideki zulümat
da¤tp, o uzun zaman- mazi felsefenin gördü¤ü gibi bir
mezar- ekber, bir ademistan olmad¤n, belki istikbale
ve saadet-i ebediyeye atlamak için ervah- âfilîne bir me-
dar- envar ve muhtelif basamakl bir mirac- münevver
ve a¤r yüklerini brakan ve serbest kalan ve dünyadan
göçüp giden ruhlarn nuranî bir nuristan ve bir bostan
oldu¤unu gösterir.
kinci vecih
ise, felsefe tutmufltur. Felsefe ise,
ene
ye
mana-i ismiyle bakmfl. Yani, Kendi kendine delâlet
eder der; manas kendindedir, kendi hesabna çalflr,
hükmeder. Vücudu aslî, zatî oldu¤unu telâkki eder. Yani,
Zatnda bizzat bir vücudu vardr der; bir hakk- hayat
var, daire-i tasarrufunda hakikî maliktir zumeder. Onu
bir hakikat-i sabite zanneder. Vazifesini, hubb-u zatndan
neflet eden bir tekemmül-ü zatî oldu¤unu bilir ve hake-
za, çok esasat- fasideye mesleklerini bina etmifller.
O esasat ne kadar esassz ve çürük oldu¤unu sair risa-
lelerimde ve bilhassa Sözlerde, hususan On kinci ve Yir-
mi Beflinci Sözlerde katî ispat etmifliz. Hatta, silsile-i fel-
sefenin en mükemmel fertleri ve o silsilenin dâhîleri olan
Eflâtun ve Aristo, bni Sina ve Farabî gibi adamlar, nsa-
niyetin gayetülgayat,
teflebbüh-ü bilvacip
tir, yani Vaci-
bül-Vücuda benzemektir deyip, firavunâne bir hüküm
ademistan:
yokluk, hiçlik yeri.
âlem-i befleriyet:
insanlk âlemi.
Aristo:
(MÖ: 384-245) Eflâtunun
talebesi. Felsefeyi sistemlefltiren
filozof.
aslî:
en evvelki, bir fleyin kendisi
ile ilgili olan, katma olmayan.
bina etmek:
yapmak, üzerine
kurmak.
dâhî:
harika zekâ ve anlayfl sahi-
bi.
daire-i tasarruf:
idare ve hük-
metti¤i yerler.
delâlet:
iflaret, delil olma.
Eflâtun:
(MÖ: 429-347) Yunan filo-
zofu, Socratesn talebesi.
ene:
ben, benlik.
ervah- âfilîn:
fânî, gelip geçici
ruhlar, ölümlü ruhlar.
esasat:
esaslar, prensipler.
esasat- faside:
bozuk prensipler,
yanlfla götüren esaslar.
esassz:
temelsiz.
Farabî:
(MS: 870-950) Aristonun
takipçisi olan slâm bilgini.
fert:
kifli.
Firavunâne:
Firavun gibi.
gayetülgayat:
asl amaç, nihaî
gaye.
hakeza:
bunun gibi.
hakikat-i sabite:
de¤iflmez ger-
çek.
hakikî:
gerçek.
hakk- hayat:
hayat hakkn iste-
di¤i gibi kullanma.
halk etmek:
yaratmak.
Hâlk- Zülcelâl:
kudret ve aza-
met sahibi yaratc Allah.
hayattar:
canl.
hubb-u zat:
kendi flahsn sevme.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüküm:
de¤er; karar verme.
bni Sina:
(MS: 950-1008) Eflâ-
tunun mesle¤ini takip eden filo-
zof ve bilgin.
ispat:
kantlama.
istikbal:
gelecek.
katî:
kesin.
malik:
sahip.
mana-i isim:
bir fleyin bizzat ken-
disine bakan ve kendisini tantan
manas.
manidar:
anlaml.
medar- envar:
nurlanmaya se-
bep ve vasta.
meslek:
yol, sistem.
mezar- ekber:
büyük mezar.
mirac- münevver:
nurlu miraç.
muhtelif:
pek çok, ayr ayr.
mükemmel:
tam, en olgun.
neflet etmek:
do¤mak, meydana
gelmek, yetiflmek.
nuranî:
nurlu.
nuristan:
nur memleketi.
saadet-i ebediye:
ebedî hu-
zur ve saadet.
sair:
di¤er.
silsile:
zincir
silsile-i felsefe:
felsefe mes-
le¤i, zinciri, akm.
flecere-i tuba-i ubudiyet:
kullu¤un kökleri Cennette
dallar dünyada olan ibadet
a¤ac.
tekemmül-ü zatî:
kendi ken-
dine geliflen, olgunlaflan.
telâkki:
zannetme.
teflebbüh-ü bilvacip:
Yüce
Allaha benzemek anlamnda
bir felsefî tabir.
tezyin:
süsleme.
Vacibül-Vücud:
varl¤ zarurî
ve vacip olan, baflkasna
muhtaç olmayan Allah.
vecih:
yön.
vücut:
var olma.
zaman- mazi:
geçmifl za-
man.
zatî:
kendine ait.
zulümat:
karanlk.
zum:
zan.
880 | SÖZLER
O
TUZUNCU
S
ÖZ