Sözler - page 880

‹flte, flu parlak nuranî, güzel yüz, hayattar ve manidar
bir çekirdek hükmüne geçmifl ki; Hâl›k-› Zülcelâl, bir fle-
cere-i tuba-i ubudiyeti, ondan halk etmifltir ki, onun mü-
barek dallar› âlem-i befleriyetin her taraf›n› nuranî mey-
velerle tezyin etmifltir. Bütün zaman-› mazideki zulümat›
da¤›t›p, o uzun zaman-› mazi felsefenin gördü¤ü gibi bir
mezar-› ekber, bir ademistan olmad›¤›n›, belki istikbale
ve saadet-i ebediyeye atlamak için ervah-› âfilîne bir me-
dar-› envar ve muhtelif basamakl› bir mirac-› münevver
ve a¤›r yüklerini b›rakan ve serbest kalan ve dünyadan
göçüp giden ruhlar›n nuranî bir nuristan› ve bir bostan›
oldu¤unu gösterir.
‹kinci vecih
ise, felsefe tutmufltur. Felsefe ise,
ene’
ye
mana-i ismiyle bakm›fl. Yani, “Kendi kendine delâlet
eder” der; manas› kendindedir, kendi hesab›na çal›fl›r,
hükmeder. Vücudu aslî, zatî oldu¤unu telâkki eder. Yani,
“Zat›nda bizzat bir vücudu vard›r” der; bir hakk-› hayat›
var, daire-i tasarrufunda hakikî maliktir zu’meder. Onu
bir hakikat-i sabite zanneder. Vazifesini, hubb-u zat›ndan
nefl’et eden bir tekemmül-ü zatî oldu¤unu bilir ve hake-
za, çok esasat-› fasideye mesleklerini bina etmifller.
O esasat ne kadar esass›z ve çürük oldu¤unu sair risa-
lelerimde ve bilhassa Sözlerde, hususan On ‹kinci ve Yir-
mi Beflinci Sözlerde kat’î ispat etmifliz. Hatta, silsile-i fel-
sefenin en mükemmel fertleri ve o silsilenin dâhîleri olan
Eflâtun ve Aristo, ‹bni Sina ve Farabî gibi adamlar, “‹nsa-
niyetin gayetülgayat›,
teflebbüh-ü bilvacip
’tir, yani Vaci-
bü’l-Vücud’a benzemektir” deyip, firavunâne bir hüküm
ademistan:
yokluk, hiçlik yeri.
âlem-i befleriyet:
insanl›k âlemi.
Aristo:
(MÖ: 384-245) Eflâtun’un
talebesi. Felsefeyi sistemlefltiren
filozof.
aslî:
en evvelki, bir fleyin kendisi
ile ilgili olan, katma olmayan.
bina etmek:
yapmak, üzerine
kurmak.
dâhî:
harika zekâ ve anlay›fl sahi-
bi.
daire-i tasarruf:
idare ve hük-
metti¤i yerler.
delâlet:
iflaret, delil olma.
Eflâtun:
(MÖ: 429-347) Yunan filo-
zofu, Socrates’›n talebesi.
ene:
ben, benlik.
ervah-› âfilîn:
fânî, gelip geçici
ruhlar, ölümlü ruhlar.
esasat:
esaslar, prensipler.
esasat-› faside:
bozuk prensipler,
yanl›fla götüren esaslar.
esass›z:
temelsiz.
Farabî:
(MS: 870-950) Aristo’nun
takipçisi olan ‹slâm bilgini.
fert:
kifli.
Firavunâne:
Firavun gibi.
gayetülgayat:
as›l amaç, nihaî
gaye.
hakeza:
bunun gibi.
hakikat-i sabite:
de¤iflmez ger-
çek.
hakikî:
gerçek.
hakk-› hayat:
hayat hakk›n› iste-
di¤i gibi kullanma.
halk etmek:
yaratmak.
Hâl›k-› Zülcelâl:
kudret ve aza-
met sahibi yarat›c› Allah.
hayattar:
canl›.
hubb-u zat:
kendi flahs›n› sevme.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüküm:
de¤er; karar verme.
‹bni Sina:
(MS: 950-1008) Eflâ-
tun’un mesle¤ini takip eden filo-
zof ve bilgin.
ispat:
kan›tlama.
istikbal:
gelecek.
kat’î:
kesin.
malik:
sahip.
mana-i isim:
bir fleyin bizzat ken-
disine bakan ve kendisini tan›tan
manas›.
manidar:
anlaml›.
medar-› envar:
nurlanmaya se-
bep ve vas›ta.
meslek:
yol, sistem.
mezar-› ekber:
büyük mezar.
mirac-› münevver:
nurlu miraç.
muhtelif:
pek çok, ayr› ayr›.
mükemmel:
tam, en olgun.
nefl’et etmek:
do¤mak, meydana
gelmek, yetiflmek.
nuranî:
nurlu.
nuristan:
nur memleketi.
saadet-i ebediye:
ebedî hu-
zur ve saadet.
sair:
di¤er.
silsile:
zincir
silsile-i felsefe:
felsefe mes-
le¤i, zinciri, ak›m›.
flecere-i tuba-i ubudiyet:
kullu¤un kökleri Cennette
dallar› dünyada olan ibadet
a¤ac›.
tekemmül-ü zatî:
kendi ken-
dine geliflen, olgunlaflan.
telâkki:
zannetme.
teflebbüh-ü bilvacip:
Yüce
Allah’a benzemek anlam›nda
bir felsefî tabir.
tezyin:
süsleme.
Vacibü’l-Vücud:
varl›¤› zarurî
ve vacip olan, baflkas›na
muhtaç olmayan Allah.
vecih:
yön.
vücut:
var olma.
zaman-› mazi:
geçmifl za-
man.
zatî:
kendine ait.
zulümat:
karanl›k.
zu’m:
zan.
880 | SÖZLER
O
TUZUNCU
S
ÖZ
1...,870,871,872,873,874,875,876,877,878,879 881,882,883,884,885,886,887,888,889,890,...1482
Powered by FlippingBook